Kemalizm ve CHP aslında Osmanlı’nın redd-i mirasıdır. Bu çığır İttihatçılıkla birlikte başladı. Sonra keskin bir biçimde misyonunu Cumhuriyet’e devretti. Cumhuriyet’in kurucu iradesi İttihatçı geleneğe yaslanmasına rağmen onun kadrolarından çekindiği için onları yeni yönetimden uzak tuttu. Dolayısıyla İttihatçılarla CHP arasındaki münasebet fikrî bir redd-i miras ilişkisi değildir. Fikrî beraberlik kadroda ayrışmadır. Belki kadro ve konjonktürel münasebetlerin ve önceliklerin belirlediği bir ilişki türüdür.
1950 Demokratları ise CHP’den kopma bir harekettir ve bir anlamda kısmî de olsa CHP için redd-i mirastır. Dolayısıyla 1950 sonrasını ve 1980’e kadar vaziyeti anlamak için CHP ve DP münasebetlerinin karakterine bakmamız gerekiyor.
1980 itibarıyla Türkiye’de yeni bir siyasî dönem başlamıştır. Ve 1980’lerin ortalarında Soğuk Savaş bitmiş ve komünizm geride kalmıştır. Bunun yerini içtimaî olarak sekülarizm ve dünyevileşme ve siyasî olarak Amerikancılık almış daha doğrusu hakim çizgi haline gelmiştir. Dolayısıyla Soğuk Savaş’ın denklemiyle 1980’li ve özellikle de 1990’lı yılların denklemi birbirinden çok farklıdır.
1994 yılından itibaren Türk siyasî hayatına damgasını vuran Millî Görüş çizgisi ise farklı bir gelenekten gelmektedir. 28 Şubat süreci Millî Görüş’ün hızını kesmiştir ve ondan sonra bu gelenekten gelen partiler bir daha barajı aşamamıştır. Bunun yerine 2000 yılı ve sonrasında Millî Görüş’ün redd-i mirası olan Yenilikçi Hareket partileşti, AKP olarak Türk siyasî hayatında yerini aldı. Burada AKP’nin yapısını anlayabilmek için derin bir tahlil yapmak gerekiyor. CHP Osmanlı’nın redd-i mirasıdır. Demokrat Parti ise bir şekilde CHP’nin. AKP ise dinî bir gelenekten gelen RP, Fazilet ve Saadet’in bir redd-i mirasıdır. Bu itibarla, DP’nin çıkış noktasıyla AKP’nin çıkış noktası farklı olduğu gibi konjonktürleri de farklıdır. Dolayısıyla AKP Demokrat Parti’nin değil ANAP’ın bir devamı niteliğindedir. Elbette ondan farklı olan yönleri de vardır. DP’nin temel karakteri hürriyetlerdir, diğerlerinin temel karakteri ise dünyevileşmedir.
***
Nitekim bu tesbiti, Cengiz Çandar 25 Temmuz 2007 tarihli Referans gazetesinde ‘Metamorfoz: 22 Temmuz’u ve AK Parti’yi doğru okumak’ başlıklı yazısında şüpheye mahal bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.: “Bu çevreler ve bel bağladıkları partileri CHP, halkı okuyamadıkları gibi, siyasî rakipleri AK Parti’yi de bir türlü tanıyamadılar. AK Parti’nin ‘laikliğe’ dolayısıyla ‘Cumhuriyet’in temel değerleri’ne tehdit oluşturan bir ‘Millî Görüşçü’ yani ‘İslâmcı’ bir parti olduğu önermesi üzerinden siyaset yaptılar. Oysa, AK Parti, ‘Milli Görüş’ akımından gelenlerin ‘redd-i miras’ yapmaları üzerine doğmuş bir partiydi. ‘Milli Görüş,’ Saadet Partisinde devam etti. 2002 seçimleri, halkın, AK Parti’nin ‘Milli Görüş’ ‘metamorfozu’ndan geçtiğini gördüğünün ve bunu kabul ettiğinin seçimleriydi.
“Eski elit” buna “ılımlı İslâm” etiketi taktı ve bunu bir “Amerikan projesi” olarak algılama yolunu seçti. 2007, AK Parti’nin “ikinci metamorfozu”na işaret ediyor. 81 vilayetin 69’unda uzak ara birinci parti, 12’sinde yakın konumda ikinci parti. Karadeniz’den Akdeniz’e, Güneydoğu’dan Marmara’ya ülkenin tümünü kucaklayan tek parti. Arkasında Türkiye’nin yüzde 85’inin parlamentoda temsilini sağlayan seçimde oyların yaklaşık yarısını almış bir “merkez partisi”. Merkez-sağ bile değil artık, merkez partisi. AK Parti’nin “metamorfozu”nu göremeyenler, Franz Kafka’nın ölümsüz romanı “Metamorfoz”un kahramanı Gregor Samsa’ya dönüşmüş durumdalar. Hani aile içindeki iktidar mücadelesini kaldıramayarak insanlıktan çıkıp hamamböceğine dönüşen Gregor’un “metamorfozu” misali.
Onlarınki de “metamorfoz”.22 Temmuz 2007, bir “metamorfoz” öyküsüdür. Türkiye’de siyasetin “metamorfozu”... “
***
Bunları mücerret ve soyut tesbitler olarak görebilirsiniz öyleyse biraz da vakıadan; ayakları yere basan şahit olaylar aktaralım. Bu bağlamda, rakamlarla Vatan gazetesi AKP’nin yeni gömleğini teşhis ediyor. Yazdıklarından bir kaç satır: “ En çarpıcı değişiklik; partiyi kuran Milli Görüşçüler’in yeni dönemde azınlığa düşmesi.. 341 milletvekilinden sadece 90’ı Milli Görüş çizgisinden geliyor. AKP Meclis grubunda, çoğunlukla iş dünyası ve akademi çevrelerinden ilk kez Meclis’e giren 100’e yakın ‘liberal’ bulunuyor. Ayrıca daha önce merkez sağ partilerde milletvekililği yapmış 70’e yakın isim yer alıyor. Vekiller arasında Milli Görüş kökenli olmayan 100’e yakın muhafazakâr da var. Ülkücü bilinenler 6, ‘solcu’ sayısı ise 13. Hepsi başı açık 30 kadın milletvekilinin yanı sıra AKP’de 2 Alevi milletvekili de bulunuyor...”
Bu yeni karma yapıyı incelediğimizde AKP’nin omurgasının muhafazakârlardan ziyade liberallerden oluştuğunu görüyoruz.
Yine yaşanılmış bir bilgi ve belge veya sürecin canlı şahitlerinden Reina’nın patronu Mehmet Koçarslan’ın müşterilerinin yüzde 90’ının 22 Temmuz seçimlerinde AKP’ye oy verdiklerini söylemesidir. Ve siyasî bir müttefik olarak başbakanı Reina’ya bekliyor. Ne tesadüf İsrail Dışişleri Bakanı Tzibi Livni de seçim yorgunu Abdullah Gül’ü İsrail tatil beldelerine ve resortlara beklediğini söylemişti. Bu tabloya, tarihe bakarak mürciileşme diyebiliriz...
Evet birileri, Milli Görüş çizgisini light İslâma evirmek istiyordu ve AKP bunu doğurdu. Light İslâma da tarihteki ismiyle Mürcieleşme geleneği diyoruz. Light İslam arayışının gerisinde de tabiî ki beynenmilel Yahudi çevreler var. 80 yıl öncesinin aracı laiklikti şimdi ise light Islam. Onun için kimileri Tayyip Bey’in şahsında yeni bir Atatürk portresi görüyor olmalı. Bu teorisi olmayan İslâm’dır. Aynen AKP’nin temsil ettiği gibi.
29.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|