Hayâl âleminin alanı oldukça geniştir. Bir uçtan bir uca, bir âlemden başka bir âleme...
Sermayesi yoktur.
Akıl-hayâl dengesi kurulduktan sonra istediğiniz kadar emelleriniz ve hayâlleriniz bir denizin dalgaları gibi çoşar gider. Tıpkı siyasîlerin seçim çalışmalarındaki uçsuz bucaksız vaadleri gibi...
Bu bir duygu, bu bir yaratılıştan insanın bedenine yerleştirilen nimetttir.
Uyku, bu hayâl âleminin benzeridir. Birkaç dakikalık bir rüya, insanı bir çok âlemlerde gezdirip dolaştırır. Cezâevinde bulunan bir insanın hayâlen yeryüzünde gezmesi gibi. İnsandır, emelleri çok, arzuları âlemin nihayetine kadar uzanır, sınırsız bir şekilde dolaşır durur.
Bazen dünyaya sığmaz insan.
Kalbindeki duyguların ne zinciri vardır, ne de dizgini.
Ve hayattaki bütün olaylar orada şekillenir.
Allah vaad etti. İnsanı en mükemmel özellikler ile donattı. Ve ona bir ünvan verdi.
“Halife-i Arz” yani yeryüzünün en yetkili ve şerefli varlığı kıldı.
“Ben kâinata sığmam. Ama kulumun kalbine sığarım” buyurdu.
Ve o nazik ve narin kalbi ancak O'nun sevgisi ve O'nun sevgililerinden başka hiç kimse dolduramadı.
Tıpkı çölde kalan susuzlar gibi kana kana o sevgi ve muhabbetten yudumladık.
Kana kana sevgiden içtik.
Hayâllerimiz ancak O'nunla gerçek oldu.
“Kulum beni nasıl tanır ise, ona öyle muâmele ederim” buyurdu. O, yeryüzünü adeta bir yatak, yeşillikleri ise ayağımıza halı gibi serdi. Binbir çeşit nimetler ile bizleri şereflendirdi.
Karşılığında sadece bizden üç şey istedi:
“Zikir”, “fikir”, “şükür”, sadece üç şey.
Bismillah zikir, bu nimetlerin verilmesini düşünmek fikir, onlara Elhamdülillah diyerek hamdetmek şükür...
İşte hayâller, o zaman hedefini bulur.
02.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|