22 Temmuz genel seçimlerini geride bıraktık. Sosyal ve siyasî analizleri, daha uzun süre yapılmaya devam edecek. Her parti ve kurum kendi zaviyesinden ve önceliklerine göre perspektifler çıkaracak. Bir kısmı kendini sorgulayıp, yeni dersler ve mesajlar alacak. Bir kısmı ise muhtemelen “dediğim dedik, çaldığım düdük” misali, avare kasnak gibi kendini tekrarlayıp, yeni sonuçları okuyamayacaktır. Bunun basit testi, kendini yenileyip yenilemediğine göre belli olacak.
Churchill’e izafeten söylenen anlamlı bir söz vardır. Seçim kaybedildiğinde, kendini sorgulamayıp halkı anlamaz gösteren seçim mağlupları için “yeni bir halk lâzım” önerisi…
Gerçekten, “Bu halkla olmuyor” diyen jakoben anlayışlara yeni bir halk bulmak lâzım. Aslında, kendilerine göre bir halk ihdası için az cüret etmediler. Ancak sonuç ortada. Kendilerini kandırmaktan başka bir işe yaramadı.
Bu vesileyle, seçim sonrası demokrasi sürecinin en sıcak iki gündemi önümüzde duruyor. Biri cumhurbaşkanı seçimi, diğeri ise gündeme hızlı oturan sivil anayasa çalışmaları.
Cumhurbaşkanlığı konusunda, Mecliste 367 krizi yaşanamayacağına göre, en azından MHP’nin beyanıyla bu problem aşılmıştır. Sıra aday belirlemeye geliyor. AKP, Abdullah Gül için hem nabız tutuyor, hem de bunu ihsas ediyor. Resmî adaylık henüz yok. Sayı engelleri de söz konusu değil. Bu durumda demokratik teamüller ve anayasal çerçeve açısından Abdullah Gül’ün adaylığına bir mani gözükmemektedir.
Abdullah Gül’ün adaylığında ısrar edilmelidir. Aksi halde, yine kuşkulu ve bilinmeyen faktörlerin gölgesi cumhurbaşkanlığı seçimine düşmüş olur. Baksanıza, Sabih Kanadoğlu’nun açıklamaları ve Genelkurmay Başkanı’nın son konuşması, yeni bir hazımsızlık örneğini yansıtmaktadır.
Halkın tercihleri ve parlamento çoğunluğu açısından bakıldığında durum bu. Ayrıca geniş bir uzlaşma ve mutabakat zemini aramak ayrı bir konu. Ancak en önemli mutabakat halkla yapılan sözleşmedir. Onun tercih ve istekleridir. Buna gizli ortak niteliğinde kurumsal mutabakatları da katmaya çalışırken, halkın tercihinden taviz verirseniz, siyasî iradeyi yaralamış olursunuz.
Bundan sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerini de şimdiden referandumla halkın seçimine bırakmak, Çankaya savaşlarının belli mahfilellerde servise hazırlanmasını ve parlamento üzerindeki gerginliği azaltır.
Aslında bundan sonrası oldukça kolay. 61 yıllık çok partili demokrasi hayatımızın olgunlaştırdığı ve kıvamlaştırdığı bir ülkedeyiz. Herkesin yapabileceği ve atması gereken bir adım var: Kabullenmek. Birbirini ve sonuçları kabullenmek. Yani, temel haklar konusunda hiç bir mercinin, otoritenin, kurumların veya kurulların gölgesine sığınarak, belli mevkilere yaslanarak, ya da onları kullanarak bir başkasını rahatsız edici teşebbüslere yeltenmemesidir.
Bu anlamda sosyal ve siyasi mutabakat zemini, sivil anayasa ile teşkil edilebilir. Bugüne kadar maalesef, rejimin kuvvetler birliğine dönüştürdüğü, mânâyı zorlayan ve halkın iradesini horlayan “bin dereden su getirme” alışkanlığından vazgeçilmesi gerekiyor.
Şahıs ve zümre merkezli; “durum”a göre kurum, “buyruk”a göre kuyruk, “geçim”e göre seçim, “ticaret”e göre siyaset ve “devlet”e göre millet keyfîliğinden kurtulmak vacip oldu. Bunu sağlayacak ana umdeleri ve siyasî ahlâk kriterleri ile toplum mutabakatının elverdiği hürriyetleri kâmil mânâda yansıtan yürekli bir demokrasi tarifi, anayasanın dibacesinde yerini bulursa; devlet, otorite, güvenlik, kurumlar arası dengeler ve diğer sivil şablonları belirleyen düzenlemeler anayasa tekniği içinde rahatlıkla yapılandırılabilir.
Özetle, insanî gelişmişliği cesaretlendirecek hür bir ruhu ifade eden vurgular öne çıkarılırsa, ikinci etap teknik yapılanma kolaylaşır. Siyasî hakları teşvik eden, eşitliği sağlayan, imtiyazları kaldıran, şeffalığı getiren, katılımcılıği tabana götüren, pozitif rekabeti kamçılayan, güvenliği ve birliği hürriyetler bağlamında tesis eden, kısacası vatandaşın devleti olmaya talip bir niyeti kurumsallaştıran bir anayasa metni, ülkemizin önünü açar.
Hürriyetler karşısında geliştirilerek kutsallık yüklenmiş bir çok gerekçe, endişe ve savunma refleksi ile saldırgan pozisyonların hükümranlık alanları, bu vesileyle bertaraf olur. Rahat tartışma zemini, uç yorumlara gitse bile demokrasinin uzlaşma iklimine ve kucaklayıcı birliğine katkı yapar.
Aslında, Batı demokrasilerindeki gibi, hürriyetlerin kurumsallaşması, sadece kendilerini koruma ve kollamaya adamış ufunetleri rahatsız eder. Yoksa toplumda yeşeren hürriyet iklimi; girişimciliği, başarıyı, bütünlüğü ve kalkınmayı tırmandırdığını biliyoruz. Kesintiye uğratan, hep sivil destekli askerî darbeler olmuştur.
Bu talihsizliğimizi ebediyen tarihe gömmenin vakt-i merhunu geldi veya gelmek üzeredir.
02.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|