Ezelden ebede kadar olmuş ve olacak ne varsa, hepsinin Allah’ın ilminde bulunması ve irâdesiyle nasıl takdir etmiş ise öylece levh-i mahfuzda yazılmış olmasına kader denilir.
Kâinatın mevcut hâli, dünyamız ve onun bağlı olduğu güneş sisteminin bilinen vaziyeti, hep kaderde yazılan takdirin sonucudur. Allah nasıl istemişse öyle yaratmıştır. Onun irâdesini hiçbir şey değiştiremez. Mutlak hâkimiyet ona âittir.
İnsanda iki nevî kader tecellisi vardır. Biri ızdırârî, diğeri ihtiyârî. İnsanın ne şekilde olacağı, hangi anne ve babadan meydana geleceği ve hangi coğrafyada doğacağı ızdırârî kader dâiresindedir. İnsanın irâdesi burada hükümsüzdür. Bu cihetle onlardan sorumluluğu yoktur. İhtiyârî kader ise; insanın kendi irâdesi ve tercihi ile nasıl bir hayat yaşayacağını Allah ezelî ilmiyle bilir ve bildiği için de o insanın kaderini yazar. Sorumluluk gerektiren kader işte budur. Çünkü, Allah öyle yaşamasını istediği için değil, insanın irâdesiyle nasıl hayat süreceğini bildiği için o kaderi yazmıştır. Sorumluluk da insana âit olur. Zira, Allah’ın ilmi, olacak olanlara tâbidir. Bu itibarla insan, işlediği fenâlıkların sorumluluğunu kadere atamaz.
“O gece, hikmetli işler birbirinden tefrik edilir” âyetini izâh eden Sevgili Peygamberimizin (a.s.m) beyânına göre “Berat gecesinde bir sene içinde vukuâ gelecek olan doğumlar, ölümler, rızklar, savaşlar, barışlar, melekler tarafından kaydedilir” hakikati, dünya semâsında yazılan ve lehv-i mahv ispat denilen şarta bağlı kaderdir. Şu şart yerine gelirse, şu netice olacak, şartı yerine gelmezse olmayacak, denilen kaderdir. “Makbul sadaka, gelen belâların def’ine vesiledir” meâlindeki hadis-i şerif, bu kaderle ilgilidir ve sadakaya teşvik edilmiştir. Halk arasında, ölümcül bir kazadan sağ kurtulanlar için “Verilmiş sadakası varmış” denilmesi bu sırdandır. Bu mânâları veciz bir şekilde dile getiren Bediüzzaman şu açıklamayı yapar: “Cenâb-ı Hakkın atâ, kazâ ve kader namında üç kanunu vardır. Atâ, kazâ kanunu, kazâ da kaderi bozar. Meselâ; bir şey hakkında verilen karar kader demektir. O kararın infâzı, kazâ demektir. O kararın iptaliyle hükmü kazâdan affetmek, atâ demektir... Bu hakikate vâkıf olan ârif: “Ya İlâhi! Hasenatım senin atândandır, seyyiâtım da senin kazandandır. Eğer atân olmasa idi helâk olurdum” der. Değişmeye müsâit olan kader bu kaderdir. Yoksa Levh-i Ezelî’deki kader sabittir. Öyle veya böyle olacağı netice olarak bilinmektedir.
İnsanın hayatı boyunca yaşadığı bütün olaylar kader tarafından tâyin edilmiştir. Bunların bir kısmı, irâdesi dışında gelişir. Hepsi de bir imtihan vesilesidir. Allah, onlarla kullarını dener. Çünkü, insanın yaratılış ve bu dünyaya gönderiliş gayesi imtihandır. Bu yüzden, insanın bu dünyada hoşuna gitmeyen şeyler, hoşuna gidenlerden daha fazladır. Ancak, kullarını imtihan ederken onlar için hayır murat eden Cenâb-ı Hak, âyet lisanıyla “Sizin kerih gördüğünüz ve beğenmediğiniz şeyde sizin için hayır vardır, sevdiğiniz ve beğendiğiniz şeylerde de sizin için şer vardır, lâkin bilmezsiniz” ikazını yapmaktadır. Bu hakikate binâen, şuûrlu mü’minler Allah’tan bir şey isteyecekleri zaman “Ya Rabbi! Hakkımda şu şey hayırlıysa ver, değilse daha hayırlısını ihsan et” diye duâ ederler. Yaşadığımız ve hoşlanmadığımız bir çok olaylar vardır ki, "iyi ki öyle olmuş" deriz.
Her bir insanın dahil olduğu sosyal olaylar da böyledir. Şöyle olmasını arzu ettiğimiz bir çok hadiseler vardır ki, arzumuzun hilâfına neticelenir. Aradan geçen bir hayli zaman sonra ortaya çıkan yeni durumlar, bize iyi ki öyle neticelenmiş dedirtir. Bu tip olaylarda kaderin gizli sırları saklıdır. Biz onları bilemeyiz. Sebeplere takılıp kaldığımızdan ve perde arkasını göremediğimizden üzülür ve müteessir oluruz.
Böyle zamanlarda yapılması gereken şey, doğru yerde doğru şeyler yapmak, vazifesini yapıp neticeye karışmamak, hayal kırıklığına düşmemek, temel ölçülerinin yanında durup sebat ve metanetini sürdürmek, gelişen olayları kader penceresinden seyretmek ve asıl olan kudsî hizmetinde şevkle çalışmayı devam ettirmektir.
01.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|