|
|
ÂYET-İ KERİME MEÂLİ
Gece de onlar için bir delildir. Gündüzü ondan soyup aldığımızda karanlıkta kalıverirler.
Yâsin Sûresi: 37
|
01.08.2007
|
|
HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ
Kişi bir kadınla dini ve güzelliğinden dolayı evlendiğinde Allah o sayede fakirliğini giderir.
Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 301
|
01.08.2007
|
|
Hizbü’l-Kur’ân’daki âyetler, Risâle-i Nur’un ruhudur
O mektubunuzda, çok ehemmiyetli bir hadise-i Nuriyeden bahis var ki, Hizbü’l-Ekberü’l-Kur’ân’ı tab etmek teşebbüsüdür. Evet, o Hizbü’l-Ekber’deki âyât, bütün Risâle-i Nuriyenin ruhu, esası, mâdeni, üstadı ve güneşidir. Onun tab’ından sonra, mümkünse, Risâle-i Nur’un Hizbü’l-Ekberi namında Arabiyyü’l-ibare ve iki Âyetü’l-Kübrâ ve münâcatın hülâsası olan risâleyi dahi tab etmek lâzımdır.
Kastamonu Lahikası, s. 93
***
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Size gönderdiğimiz Hizbü’l-Ekberi’l-Kur’ânî’nin başında yazılan ünvan içinde bir cümle noksan kalmış. Şöyle ki:
“Mu’cizâtlı bir vird okumak isteyen bunu okusun” yerinde, “Mu’cizâtlı ve herbir harfi on ve yüz ve beş yüz ve bin ve binler kadar sevap ve meyve veren bir virdi okumak isteyen, bu semâvî virdi okusun” yazılacak.
Kastamonu Lâhikası, s. 67
***
Kur’ân-ı Azîmüşşân ve Mucizü’l-Beyânın, Hizbü’l-Ekberü’l-Âzam namında, Resâilü’n-Nuriyenin menbaları ve esasları olan beş yüzden fazla âyâtları yazdık, bu Ramazan’da size göndermeye muvaffak olamadık. İnşaallah bir vakit size gönderilecek.
Kastamonu Lâhikası, s. 63
***
Risâle-i Nur’un üstadı ve me’hazı ve Said’in de çok zamandan beri bir virdi olan bazı âyetler, bir hizb-i Kur’ânî suretinde bir kısım talebelerin arzularıyla kaleme alınmış. Sonra da tab edilmiş. Ve dört beş mahkemenin de gösterdiği ehl-i vukuf ulemaları ve hattâ Diyanet Riyaseti dairesi ve İstanbul’un fetva dairesindeki tetkik-i kütüb-ü diniye heyetinden hiçbir âlim ve ehl-i vukuf ulemaları itiraz etmemişler. Belki takdir edip tahsin etmişler. Çünkü başta Sahabeler ve matbu Mecmuâtü’l-Ahzab’da bulunan Hazret-i Üsame Radıyallahu Anh hizb-i Kur’ânîsi ki, herbir günde bir kısmını okumakla taksim edilmiştir. Ve aynı kitapta ve Mecmuâtü’l-Ahzab’ın aynı cildinde İmam-ı Gazalî’nin (r.a.) bir hizb-i Kur’ânîsi ve çok ehl-i velâyetin kendi meşreplerine muvafık bazı sûreleri ve âyetleri bir hizb-i mahsus-u Kur’ânî yaptıkları meydandadır.
On sene evvel şehîden vefat eden Merhum Hâfız Ali gibi Nurun kahramanlarından benim hususî virdimi ve Risale-i Nur’un üstadları ve menbaları olan mühim âyetleri cem etmek istediler. Sonra onlara gönderdim. Onlar da tab ettirdiler. Çünkü, herkes her vakit bütün Kur’ân’ı okumaya vakit bulamıyor. Fakat böyle bir hizb-i Kur’ânî eline geçse her vakit istifade edebilir fikriyle, hem sevapları çok ziyade olan âyetler ve sûreler, içinde yazılmış. Zaten Kur’ân-ı Hakîmin bir mucizesi şudur ki, ehl-i hakikatten ve kemâlâttan herbir meslek sahibi, meşrebine muvafık, Kur’ân’da bir Kur’ân’ını, bir hizb-i mahsusunu, bir üstadını bulur. Güya tek bir Kur’ân’da binler Kur’ân var. Bu mucizenin sırrı şudur ki:
Kur’ân-ı Hakîmin âyetlerinin ve kelâmlarının münasebetleri yalnız beraber olanlara değil, belki pek çok âyetlere ve kelâmlara ve kelimelere münasebeti var, bakıyor. İşaratü’l-İ’câz tefsir-i Nuriyede bu sır bir derece gösterilmiş. Demek başka kelâmlara benzemez. Herbir âyet, binler âyetlere bakar birer yüzü ve gözü var.
Bu vaziyet-i Kur’âniye çok hakaike medardırlar. Ehl-i tarikat ve ehl-i hakikatın herbir kısmı kendi mesleğine göre o küllî Kur’ân içinde bir mahsus hizbleri var.
İşte Risale-i Nur’un Hizb-i Kur’ânîsi de o neviden birisidir. Bunu böyle neşretmek için evliyadan olan merhum Hâfız Ali bunun tab’ını acele etmek istedi. Çünkü, tamam-ı Kur’ân’ın Risâle-i Nur’un keşfiyatıyla hattında bir nevî mucize-i tevafukıyye bulunmasından, onu tab edip bastırmak için bu hizb-i Kur’ânîyi bir mukaddemesi, bir müjdecisi olarak bastırdılar.
Emirdağ Lahikası, s. 376
Lügatçe:
Hizbü’l-Ekberü’l-Kur’ân: Risâle-i Nur’da geçen Kur’ân âyetlerinin toplandığı eserin adı.
âyât: Âyetler
Risâle-i Nur’un Hizbü’l-Ekberi: Bediüzzaman Hazretlerinin Risâle-i Nur’daki hakikatlerden çıkarıp özetlediği Arapça duâ metni.
Arabiyyü’l-ibare: Arapça ibare.
vird: Dua.
Hizbü’l-Ekberü’l-Âzam: Risâle-i Nur’da geçen Kur’ân âyetlerinin toplandığı eserin adı.
me’haz: Kaynak.
hizb-i Kur’ânî: Kur’ân âyetlerinden bir kısmının bir araya getirilmiş hâli.
tetkik-i kütüb-ü diniye: Dini kitapları inceleme.
Mecmuâtü’l-Ahzab: Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî’nin üç ciltlik dua kitabı.
hizb-i mahsus-u Kur’ânî: Kur’ân’dan özel olarak seçilen bölümlerin biraraya getirilmiş hâli.
cem: Toplamak.
hizb-i mahsus: Özel olarak seçilmiş bölümler.
tab: Basma, baskı.
|
Bediüzzaman Said NURSÎ
01.08.2007
|
|
Namazla açılan pencereler
Bir seher vakti... Kuşların İlâhî mûsikiye tutulduğu vakit... Güneşin hayata umutla baktığı, hayata göz kırpmaya başladığı anlar... Uyandım... Gözlerimi namazla açtım...
Şu seher vaktinde Kadîr-i Zülcelâl’in, Rahîm-i Zülcemâl’in dergâhına niyâz ile, namaz ile müracaat edip arz-ı hâl etmenin, tevfîk ve medet istemenin benim gibi âciz ve fakir bir insan için ne kadar lüzumlu olduğunu anladım. Sabah namazının, gün içinde başıma gelecek, belime yüklenecek işlere, vazifelere tahammül için ne kadar lâzım bir dayanak noktası olduğunun farkına vardım.
Güneşin o nârin doğuşunu seyrederken ilk gördüğüm ise; gecenin o koyu karanlığının sabahın aydınlığına bürünmesi oldu. Bu ilk değişim, bana bir başka “ilklerimi” hatırlattı. Meselâ; baharın ruhuma renk katan ilk günlerini, Rabbimin beni annemin karnına ilk bıraktığı ânı, göklerin ve yerin altı günde yaratılışının birinci gününü ve bu ilklerde görünen İlâhî isimlerin tecellilerini hatırlattı.
Sonrasında hayatın koşuşturmasına başladım. Güneş hızla ilerlerken günün doruğuna, ben de bir o iş bir bu iş, gel-gitler yaşadım. Yoruldum tabiî nihâyetinde. Kendime bir çıkış yolu, ruhuma bir pencere, bir nefes aradım.
Artık “ruhumun teneffüs vaktinin” geldiğini anladım. Tam bu sırada gafletten sıyrılıp o mânâsız ve bekasız şeylerden sıyrılıp Kayyum-u Bâkî olan Mün’im-i Hakîkî’nin dergâhına yönelip el bağlayarak bütün nimetlerine şükredip, azâmeti karşısında âcizliğimi ve fakirliğimi ilân ederek ferahladım, ruhuma öğle namazından bir pencere açtım...
Öğle vaktinin ise; yaz mevsiminin ortasına, gençliğimin delikanlı çağına, hem insanın yaratılış zamanına işaret ettiğini anladım. Ve insan olmanın, genç olmanın Rabbimin birer ihsanı olduğunu hatırladım.
Aldandım. Güneşin hep zirvede kalacağına aldandım. Hayatta hep genç ve dik kalacağıma aldandım. Oysa göz göre göre bir akış seyrediyordu güneş, ikindiye doğru... Bir akış seyrediyordu gençliğim ihtiyarlığa doğru... Bir akış seyrediyordu mevsim sonbahara doğru...
Ebediyeti isteyen ve ebed için yaratılan ve ihsâna karşı perestiş eden ve firâkta müteellim olan ruhumla kalkıp, abdest alıp, şu asr vaktinde, ikindi namazını kılmak için Kadîm-i Bâkî ve Kayyum-u Sermedî’nin dergâh-ı Samedâniyetine duâlarımı, ihtiyaçlarımı, aldanışlarımı sunarak Onun yüceliğine karşı zelîlâne rükûa gidip, ulûhiyetine karşı mahviyetkârane secde edip, hakîki bir teselli, bir rahat-ı ruh buldum. İkindi namazından hüzünlerime ümit bulup, ümide ebedî bir pencere açtım.
Çağırdım... Her bir şeyden medet umdum... Görmek istemedim gençliğimin/güneşimin batışını... Bir türlü kabullenemedim gençliğimin o tazeliğinin gidişini... Bir yerlerden medet aradım... Bütün kâinatı çağırdım... Fânîlere bel bağladım...
İşte elleri fânîlere bulaşan ruhuma, akşam namazından bir pencere açtım.
Ve yalnız Biri çağırmam gerektiğini anladım. Başkalarının imdadıma gelmeyeceğini de... Kendini aydınlıkta tutamayan, karanlığa mahkûm olan her şeye, bütün çağırdığım şeylere şu hakikati haykırdım: “Ancak O’na kulluk eder, ancak O’ndan yardım isterim.” (Fatiha: 5)
Bütün sevdiklerimin benden ayrılacağını, hem hayatımın vefatını, hem dünyanın kıyamet başlangıcındaki harâbiyetini hatırlayarak intibaha gelip, gaflet uykusundan uyandım.
Gece ve gündüzü çeviren güneşe ve aya boyun eğdirenin (cc) elinde gün de durmuyordu. Her şey gecenin siyah kefeni altında, ölümün döşeğinde uyuyordu...
Nihâyetsiz âciz, zayıf, nihâyetsiz fakir, muhtâç olan ve hem nihâyetsiz hâdisât içinde çalkalanmakta olan ruhum, İbrahimvârî (as) “Ben batıp gidenleri sevmem” diyerek şu fânî âlemde ve karanlık dünyada, bâki bir dost ile bir parçacık sohbet edip dünyasına nur serpmek, istikbâlini ışıklandırmak için yatsı namazını kıldı.
Ve bu kadar kararsızlıklar arasında istikameti arzu etti.
Kendine ebediyetten bir pencere daha açtı...
Namaz, Rabbimizin (cc) bin bir esmâsına âyine olabileceğimiz bir kulluk tarzıdır...
Beş pencereden ruhunuza binler pencereler açmanız duâsıyla... Namazla kalın...
|
Cihan CAMBAZ
01.08.2007
|
|
Beyindeki ‘senet’in resmi çekildi!
“Beyindeki anıların resmi çekildi” başlığıyla verilen haberde, ABD’li uzmanların, beyinde hatıraların oluşum ânı sırasında hücreler arasındaki iletişimi gösteren yüksek çözünürlükte fotoğraflar çekmeyi başardıkları ve bunun beyindeki hatıraların haritasını çıkarmanın yolunu açacak bir keşif olduğu belirtiliyor. (ntvmsnbc)
Beyinde mercimek tanesi kadar yeri olan insan hafızasının, cirminden büyük işler yapması insanoğlunu hayrete sevk etmelidir.
Hafızanın, büyük bir kütüphane kadar veriyi, birbirine karıştırmadan, tam bir düzen içerisinde kaydettiğini ifade eden Bediüzzaman Hazretleri, bu harika faaliyetin, ancak herşeyin yaratıcısı olan Cenâb-ı Hakk’a mahsus bir fiil olduğunu nazara verir:
“Bir mercimek tanesi kadar mevkî tutan kuvve-i hâfıza-i insaniyede (insanın hafıza kuvvesinde) bir kütüphâne kadar yazı yazdırmak; ve bütün hâdisât-ı kevniyenin (yaratılış hadiselerinin) mufassal (ayrıntılı) fihristesini o kuvvecikte derc etmek, elbette ve elbette Hàlık-ı Küll-i Şeye (Herşeyi Yaratana) has ve bu kâinatın Rabb-i Zülcelâline mahsus bir hâtemdir.” (Sözler, s. 266)
Öte yandan hafızanın, insanın amel defterinin küçük bir senedi hükmünde olduğunu da söyler. Cenâb-ı Hak, âdeta insanın amel defterinden küçük bir nüsha çoğaltarak, kişinin dimağına koymaktadır:
“İnsanın sergüzeşt-i hayatıyla (hayat macerasıyla) beraber, kısmen âlemin hâdisât-ı mâziyesi (geçen olayları), kuvve-i hâfızasında öyle bir sûrette yazılıyor ki, güyâ hardal küçüklüğünde bu kuvvecikte, dest-i kudret (kudret eli), kalem-i kaderiyle insanın sahife-i a’mâlinden küçük bir senet istinsâh ederek, insanın eline verip, dimâğının cebine koymuş. Tâ, muhasebe vaktinde, onunla hatırlatsın; hem, tâ mutmaîn olsun.” (Sözler, s. 433)
Demekki hiçbir şey, yok olmaktadır. Bu dünyada yapılan herşey, Hafîz olan Cenâb-ı Hak tarafından korunarak saklanmakta, kaydedilmektedir.
Sadece insanın amelleri de değildir kaydedilen. Bu “koruma/saklama” kanunu meyvelerin çekirdeklerinde, canlıların nutfelerinde de hükmünü icrâ etmektedir.
Elbette ki, yeryüzünün halifesi ve bu dünyaya imtihan için gönderilmiş olan insanın da amelleri, sorguya çekilmek üzere hem amel defterinde, hem de onun küçük bir nüshası ve senedi hükmünde olan hafızasında kaydedilecektir.
|
İsmail TEZER
01.08.2007
|
|
Allah'ın rızası daha değerli
Cüneyd-i Bağdadi’ye sordular:
“İhlâsı kimden öğrendiniz?”
Hazret-i Cüneyt dedi ki:
“Bir berberden.”
“Nasıl?” dediler.
Hazret-i Cüneyt:
“Mekke-i Mükerreme’de harçlıksız kalmıştım. Basra’dan para bekliyordum, ama gelmemişti. Saçım sakalım çok uzamıştı. Bir berbere girdim.”
“Peşin peşin söyleyeyim; param yok.” dedim, “Allah rızası için saçlarımı düzeltebilir misin?”
Berber bölge valisini tıraş etmekteydi. Onu bırakıp bana başladı.
Vali itiraz etti.
Berber:
“Kusura bakmayınız efendim.” dedi, “Sizi ücreti mukabilinde tıraş ediyorum. Ama bu genç Allah rızası için istedi.”
Ben utanmıştım.
Vali beklerken berber beni güzelce tıraş etti, bana harçlık da verdi.
Aradan birkaç gün geçti, beklediğim para geldi.
Berbere bir kese altın götürdüm.
Fakat berber:
“Asla almam.” dedi. “Allah’ın rızası daha değerli! Allah’ın rızasını bir kese altına değişemem.”
|
Süleyman KÖSMENE
01.08.2007
|
|
|
|