Üstad Bediüzzaman Hazretleri birkaç saatlik uykuyla yetinir, gecesini ibadet ü tâat, zikir, fikir ve münâcâtla geçirirdi.
Birgün diz çöke çöke, ibadet yapa yapa ayak parmağı yaralanmış, merhem sürmek istemişti. Bunu gören talebesi Molla Resûl, “Biz de Allah’tan korkuyoruz, ama senin ödün patlıyor. Bizim gibi rahat otursan ayağın yaralanmayacaktı” dediğinde, Üstad şu cevabı vermiş: “Molla Resul! Kısa ömürde, kısa dünyada ebedî hayatı kazanmaya gelmişiz. Hem burada rahat oturayım, hem Cennet dâvâ edeyim, olmaz böyle şey! Onun için cesaret edemiyorum rahat oturmaya”
O büyük Üstad ömrü boyunca hep böyle devam etmiş, öncelikle fiilen örnek olup sonra da talebelerine zordan yılmamalarını tembihlemişti. Bir talebesine yazdığı bir mektupta, “Amellerin en hayırlısı, en zor olanıdır” (Keşfü’l-Hafa, 1:55) hadis-i şerifini hatırlatıyor; meşakkatli, külfetli, zevksiz, sıkıntılı salih amel ve hayırlı işlerin daha kıymetli, daha sevaplı olduğuna dikkat çekiyor ve “O sıkıntıda, o meşakkatteki ziyade sevabı ve makbuliyeti düşünüp sabır içinde mesrûrâne şükretmek gerekir” (Kastamonu Lâhikası, s. 97) diyordu.
Hapishanenin sıkıntılı günlerinde de, “Madem biz kadere teslim olup, bu sıkıntıları, ‘Amellerin en hayırlısı en zor olanlarıdır’ sırrıyla, ziyade sevap kazanmak cihetiyle manevî bir nimet biliyoruz; madem geçici dünyevî musibetlerin sonları ekseriyetle ferahlı ve hayırlı oluyor; ve madem hakkalyakîn derecesinde yakînî bir kanaatimiz var ki, ‘Biz öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve Cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir; elbette biz bu sıkıntılı haller ile müftehirâne, müteşekkirâne bir mücahede-i maneviye yapıyoruz’ diye şekva etmemek lâzımdır” (Şuâlar, 277) diyordu.
Maksat, hedef, gaye ne kadar büyük, ulvî ve yüce olursa, gayret, faaliyet de o kadar çok olmalı değil mi? Elbette böylesine yüce bir maksat için de o kadar meşakkat, çile ve sıkıntı çekilecektir. Çilesiz saadet olmaz.
Başta Resûl-i Ekrem (asm) olmak üzere, Sahabe ve sâir İslâm büyükleri dâvâlarının büyüklüğü ölçülerinde çileyi ve ıztırabı üstlenmiş; yılmadan, bıkmadan, usanmadan hizmetten hizmete koşmuşlardı.
Maksat, sonuçta Allah’ın rızasını elde etmekse, niçin meşakkatler zevkle üstlenilmesin?
04.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|