Reformizmin birçok nedeni ve kaynağı olabilir. Bununla birlikte onun en büyük neden ve kaynaklarından birisi de modernizmdir. Ekber Şah İslâmiyetin bin yılını doldurmasıyla selâhiyet ve yetkinliğini kaybettiğini ileri sürerek modernizm baskısıyla reformizmin de ötesine geçerek eklektik bir din vucuda getirmişti. Böylece yüzyıllar öncesinden pozitivizmin babası Aguste Compte’a tekaddüm etmişti. Deha diye buna deseler gerek.
Bundan dolayı Müslüman önderleri dahilere benzeten Akkad eleştirilmiştir. Deha ile karizma tek başına pozitif bir anlam ifade etmez. Oradaki gerekçe de modernizm idi. Daha sonra bu modernizm dalgası Hindistan’da İngilizlerin zaferi ile birlikte yeni bir milat yaşayacaktır. Bu miladın kadroları arasında da Seyyid Ahmet Han gibilerini görüyoruz. Ekber Şah döneminde Molla Mübarek ve oğullarını görmekteyiz. Buna mukabil, Fransız Devriminin başlattığı modernizm sürecinde ve akabinde, Mısır’ın İngilizlerce işgali sırasında ve Lord Cromer’li günlerde ulemanın bir kısmı da konformizm dalgasına binerek modernizme mukabele yerine mümaşat suretinde reformizme sarılmışlardı. Medeniyet ışıkları veya cazibesi bazılarının gözlerini kamaştırmış ve bu mağlubiyet psikolojisiyle Batılıları taklit etmeye yeltenmişlerdi.
İbni Haldun’un deyimiyle mağlular galipleri taklit etmeye yatkın ve muhayyadır. Böyle olunca geriye dini budamak kalıyordu. Onlar da bunu yaptılar. Seyyid Ahmet Han ile Muhammed Abduh’un bu noktada refleksleri neredeyse birebir aynıdır. Mucizatı tevilleri ve akla yatmadığı gerekçesiyle bazı dinî konuları akilleştirme çabaları gibi. Dolayısıyla reformizmi tetikleyen nedenler arasında modernizm de vardır. Bu hususta muhafazakâr veya gelenekçi ulema ile modernist veya reformist ulama aslında madolyonun iki yüzüdür. Birisi geçmişi eskidir diye atar, diğeri de aynı nedenle kabul eder. Dolayısıyla reformizm kompleksle zamana yenilmiş bir teceddüt çığırıdır. Muhafazakâr veya geleneksel ulema ise tahkiksiz bir şekile geçmişi taklid eder ve yaşanılan çağın bütün dertlerinin veya çarelerinin geçmişte yattığını düşünür. Zamanla nassın buluşmasını tatil eder. Bu anlayışa göre nas sadece geçmişle buluşmuştur. Bunun gerekçesini de akıl, dirayet ve muhakeme gibi gerekler değil de geçmişin faziletli ortamı oluşturur. Elbetteki Senhuri Paşa ve benzeri eşsiz hukukçuların belirtitği gibi aslında İslâm fıkhı geleceğe hitap edecek ve kuşatacak kadar geniştir. Bunda şüphe yoktur. Ama bunlardan faydalanmak bile dirayet ister. Yine de İslâm mesajının her asra bakan yüzü vardır ve bu yüz ancak dirayet ve tahkik ile anlaşılır. Ve bu görev ihmal edilmemelidir. Modernizm de muhafazakârlık da aslında kolaycılıktır. Elbette bu anlamda teceddüt mesleğinden ayrılan tecdit mesleği Hasan Hanefi’nin dediği gibi Batı modernizmini yerel kalıplarla yeniden üretmek değildir. Kadın konusunda Muhammed Abduh ve Cemaleddin Afgani ekolü de tefrit ve teceddüt akımı içinde olagelmiştir. Kadın modernizminin ve reformizminin başlatıcısı Kasım Emin aslında Muhammed Abduh ile Nazlı Fazlı’nın ürünüdür. Ama zamanla boynuz kulağı geçmiştir. Cemaleddin Afgani de aynı anlayış ve yaklaşımı temsil eder. Madem ki söz Cemaleddin Afgani’den açıldı, öyleyse hakkını vermeli. O da aslında sapla samanı karıştıran Soner Yalçın’ı kabrinden tekzip etmektedir. Masonların başörtüsüne sahip çıktıkları tezi Soner Yalçın’ın kendi tespitleriyle yıkılmıştır. Zira konu hakkındaki yetersizliği dolayısıyla tezindeki boşlukları ve sakatlıkları görememiştir. Tezini bir delil üzerine bina ederken birçok delilin tezini çürüttüğünü görememiştir. İslâmcılığın fikir babası diye takdim ettiği Cemaleddin Afgani üzerinden İslâmcılığı masonluğa maletmek istemişti. Yine ona göre başörtüsüne masonlar sahip çıkıyordu. Halbuki bütün belgeler masonluk ithamı altında olan ve talebeleri tarafından da masonluğa intisabı doğrulanan Cemaeddin Afgani’nin Soner Yalçın’ın tezinin aksine başörtüsüne taraftar olmadığı anlaşılıyor. Demek ki, ikisi de mason olsa da Musa Kâzım Efendi ile arasında fark var.
***
‘İslâmcıların mason üstadı’ dediği Cemaleddin Afgani bakın kadın konusunda neler söylüyor: “Kadın erkek eşitliği, örtünme emri ve bunun çiğnenmesi, kadın hakları vs. gibi meselelere gelince, bu konuda çok şey dinledim, birtakım makaleler ve risaleler okudum. Fakat size açıkca ifade edeyim ki, hiçbirinde açık bir görüşe, eşitlik talebinin veya örtünme emrinin çiğnenmesindeki amacın ya da bunun doğuracağı veyahut gerisinde yatan faydanın beyanına rastlamadım. Bana göre fuhşa vesile edinilmedikten sonra açılmakta bir sakınca yoktur. (...) Örtünün kaldırılması meselesine gelince, bunun gerekliliğini dile getiren, bu konuda söz söyleyen ya da yazan hiç kimsenin onun en ufak bir yararından veya bizatihi örtünmeden kaynaklanan ya da onun gerisinde yatan bir faydadan bahsettiğini görmedim. Kadınlar sadece açılmakla yetinseler, daha evvel dediğimiz gibi bunu fuhşa vesile edinmeseler, meselede tartışmayı gerektirecek bir şey kalmazdı. (...) Kötülüğe vesile yapılmadıktan sonra açıklıkta bir beis yoktur.” (Muhammed Mahzumî Paşa, Cemaleddin Afganî’nin Hatıraları, trc. Adem Yerinde, Klasik nşr., İstanbul, 1427 [2006], 82, 84 ve 354.s.)
Mahzumi Paşa’nın tanıklığı yetersiz derseniz size Ahmet Emin’den de bir nakil yapalım. Ahmet Emin de “Zuemau’l ıslah fi’l asri’l hadis” adlı eserinde Cemaleddin Afgani’den aynı satırları nakleder: “Fucur ve fuhşa yol açmayacaksa benim için açıklığın bir mahzumu yoktur” (S: 114, Daru’l Kitab el Arabi). Burada iki hususu açıkça görüyoruz, makasıtçılığın sınırlarının esnetilmesi ve genişletilmesi ve tarihselcilik anlayışı.
***
Soner Yalçın’ın yaptıklarına telifat suretinde tahrifat denilir. Maalesef Yalçineyn’in (Yalçın Küçük ve Soner Yalçın adlı iki isim biraderi) bütün marifetleri budur. Başörtüsünü masonluğa mal etmekle kalsalar yine gam yemeyeceğiz. Mustafa Sabri’yi de masonluğa mal etmişler. Mesleken onu Afgani ile neseben de Ürgüplü ile karıştırması affedilebilir bir durum değil. Daha önce ‘Efendi’ kitabıyla eleştiri oklarını üzerine çeken Soner Yalçın, Pazar günkü yazısında da (17 Şubat 2008) yine tarihi bilgileri birbirine karıştırdı. Yalçın, yazısında eski başbakanlardan Suat Hayri Ürgüplü’nün babasını Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi olarak yazdı. Başbakanımızın babası Şeyhülislam’dır, ama Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi değil, Mustafa Hayri Efendi’dir. Yazıda, bir başka çarpıcı nokta ise her daim masonların tehlikeli faaliyetleri olduğunu söyleyen Mustafa Sabri Efendi’nin mason olarak lanse edilmesiydi. Bu haltetme masonların yeni bir marifeti olmasın sakın! Diğer Yalçın’la birlikte dönme listelerini de böyle tanzim ettilerse yandı keten helva...
20.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|