İlter Türkmen bir yazısında başörtüsü tartışmalarıyla birlikte Türkiye’nin 22 Temmuz seçimleri öncesine döndüğünü ve seçimin getirdiği olumlu havanın dağıldığını yazdı. Haksız da sayılmaz. Gerçekten de darağacı, kefen atışmaları ve tehditleri gırla gidiyor. Recep Tayyip Erdoğan da Baykal’ın darağacı imasına karşı Özal gibi konuştu ve ‘kefenlerini giyip siyasete çıktıklarını’ söyledi. Kenan Evren gibi ülkemizde De Gaulle taklitçilerini gördüğümüz gibi Cindoruk gibi ‘bana makosenlerimi giydirmeyin’ diyenleri de izledik.
Bunlar üzücü ifadeler. Baykal ise sonunu darağacında görmek istemediklerini söyledi. Türker Alkan daha da ağırını yazdı ve iç savaş ihtimalinden sözetti. Bazıları da bu anlamda Yunanistan ve İspanya iç savaşlarına atıfta bulundular. Taha Akyol serbesti kararından sonra üniversitenin üç gruba ayrıldığına temas etti. Demirel de başörtüsü gerilimiyle birlikte bütün kurumların bölündüğünü ve bu bölünmenin halk katmanlarında ve tabakalarında da makes bulduğunu ifade etti. Bu tesbitler doğruysa o halde bölünmenin mesulünü ve sorumlusunu da aramak ve bulmak gerekir. Gerçekten de bölünme başörtüsü üzerinden yani kimlik üzerinden mi gerçekleşti? Sorunun ikinci kademesi de şu: Bölünme; ne güzel birliği temin eden yasak varken siyasetçilerin illa da onu serbest bırakacağım tutkusundan mı kaynaklandı?
***
Aslında, bölünme kesinlikle kimlikten kaynaklanmıyor. Kimlik üzerindeki kısıtlama ve dahası ayrımcılıktan kaynaklanıyor. Bu ayrımcılık meselesi de farklı yorumlara sahne oluyor. Sözgelimi, kimileri Erdoğan’ın basına sataşmasını, basını ikiye bölme girişimi olarak nitelendiriyor. Bunu doğru farzetsek bile aslında bu husustaki ilk örnek (arkatip) bizzat farklı kesimlerin uygulamalarından kaynaklanmıştır. Dolayısıyla ayrımcılık veya bölücülük varsa bu sadece başörtüsüyle kaim veya alâkalı değil. Sözgelimi, bunlardan bir diğeri, bazı kurumların başörtüsü yasağının koyulaştığı 28 Şubat sürecinden itibaren basına da uyguladıkları akredite yöntemidir. Dolayısıyla bu kurumların tavırlarını dikkate almak yerine bazı gazeteler başbakanın sözlerinden dolayı onu ayrımcı ilân ettiler. Ama bu basın yayın organlarının, akredite uygulamasından veya ayrımından hiç şikâyet ettiklerini duymadık. Meslektaş dayanışması da göstermediler. Öyleyse ortada riyakâr bir durum var. Dolayısıyla çifte standartı içselleştirmiş durumdalar ve güya sosyal barış için bunun sonuçlarının karşı kitle tarafından da içselleştirilmesini istiyorlar. Böyle geldi böyle gider diyorlar. Millî birlik ve beraberliğin ancak böyle devam edebileceğini ileri sürüyorlar. Dolayısıyla bazıları kitlelerin zorla bastırıldıkları ‘o mesut günleri’ hayâl edip duruyorlar ve kendilerini 1960’lı yılların özlemiyle avutuyor ve nostaljisine kaptırıyorlar. Tarihte yaşamak da güzel şey ama buna anakrosi diyorlar. Bunlar aynı zamanda pozitivistler ve modernleşmeye inanıyorlar, geriye dönüş özlemini irtica olarak değerlendiriyorlar. Lâkin gelgelelim kendilerini geçmişe hapsediyor ve geçmişin değerleriyle yaşıyorlar. Halbuki kimse sosyolojik dönüşüme direnemez. Eski hâl muhâl, ya yeni hâl ya izmihlâl.
***
Başörtüsü yasağı taraftarlarından ÇYDD Genel Başkanı Türkan Saylan ‘Anadolu’daki kız, örtünmek istemiyor. Erkek çocuklarla eşitlenmek istiyor’ diyor. Bu mantığı aslında kendisini ilzam ediyor ve kusurunu da ele veriyor. Üniversiteli kızlar da açık kızlarla eşitlik istiyorlar. Dolayısıyla bölünmenin kaynağı kimlik değil eşit muameleden mahrumiyettir. Bunu en iyi gözlemleyebileceğimiz örneklerden birisi Kenya’da olan bitendir. Hâlâ bu ülkedeki bölünme virüsü teşhis edilmeye çalışılıyor. Birileri kimliğin ve kabileciliğin bölünmeye yol açtığını ileri sürüyorlar. Gerçekten de bizde polisin 12 Eylül öncesinde ideolojik kamplaşmalarla bölünmesi gibi Kenya’da da kabile esasına göre bölünmüş durumda. Peki bunun sorumlusu ve mesulü kim? Kenya’daki sorumluları tayin ve teşhis edebilirsek buradan temin ettiğimiz çözümü Türkiye’ye de uyarlayabiliriz.
Yifat Suskind adlı yazar ‘Inequality, Not Identity, Fuels Violence in Kenya’ başlıklı yazısıyla herşeyi ortaya koyuyor. Kenya’da şiddeti, kimlikler değil bilâkis kimlik üzerindeki ayrımcılığı tetiklediğini ifade ediyor. Burada ise bir kimlik, yok farz ediliyor ve bu kimliği illâ da taşımak isteyenler ve bu şekilde üniversiteye girmek isteyenler bölücü damgası yiyor. Tek tip ve tek kimlik dışında yani müesses ideolojiye bağlı kimlik dışındaki kimlikler bölücü kabul ediliyor. Bunun ötesinde meselâ Kibaki ile Odinga’nın yaptıkları bu ayrımın ateşlediği kimlikler üzerindeki kavgadan ibaret. Yani bundan sonra ikinci sorumluyu bulmak tali bir mesele hâline geliyor. Dolayısıyla asıl bölücü olan kimlik değil, yasak veya eşitsizliktir. Laikliğin gereği ise sınıfların birbirine karşı üstünlüğü, zaferi veya ayrımcılık değil bitarafane bir biçimde ve hakem olarak bütünlüğü eşitlikte sağlamaktır. Bunun ötesinde bölücü olan husus dayatma veya yasaktır. Dolayısıyla hürriyet bölücü olamaz ama yasak bölücülük mânâsını kapsamaktadır. Kimlikler karşısında tarafsız olmak laikliğin de gereğidir ve bu vasıf bütünleştiriciliktir. Slogancılık bölücülüktür, bütünleştirici olan ise muhakeme ve tahlilci anlayıştır. Bu itibarla, sloganlar tahlil karşısında dayanamaz ve tutunamaz. Sloganlar gerçeklerin indirgenmesidir.
16.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|