Toplumdaki ahlâkî yozlaşmanın bedelini her kesimden insan çekmekle birlikte, en ağır faturasını yaşlı insanlar ödüyor. Dünyalık değerlerinin ön plana çıkmasının bir sonucu olarak, dinde ve ahlâkta yaşanmakta olan dejenerasyonun karşılığını en çok serîütteessür olan, âdeta çocuk hükmüne gelen yaşlı anneler ve babalar ödüyor.
Para, mal-mülk gibi dünyevî değerlerin ön planda tutulması, âhirete bakan değerlerin unutularak kâle alınmaması, insanlar arasındaki karşılıklı saygı ve sevgi gibi güzel alışkanlıkları ve duyguları törpüledi ve bunun ceremesini de bütün insanlık çekiyor, en ağırını da bîçâre ihtiyar ve ihtiyareler...
Dünyevîleşme illeti bir çok insana Kur’ânî emirleri, ahlâkî kuralları unutturdu. Şahsî çıkarlar, menfaate dayanan ilişkiler ön plana çıktı. Toplumda güçlü olanlar, servet sahibi olanlar hükmetmeye devam ediyor. Ve bütün bunların bir sonucu olarak, sahipsiz, güçsüz ihtiyar ve ihtiyâreler ağlamaya devam ediyor.
İsterseniz, yolunuz bir kimsesizler yurduna veya huzurevlerine düşerse, buradaki yaşlı dedelerin, ninelerin durumunu bir öğrenmeye çalışın. Ya da çevrenizdeki yaşlıların hâlini hatırını sorarak, onların hâlet-i ruhiyelerini, dertlerini, hüzünlerini bir anlamaya çalışın.
Görebildiğim kadarıyla, toplumdaki bakıma muhtaç yaşlılarımızın çok az bir kesimi, şu veya bu şekilde çevrelerinden ilgi, alâka ve yardım görüyor; çok fazla perişan olmadan hayatını sürdürebilme imkânını buluyor. İhtiyarlarımızın kahir ekseriyeti ise, ya kimsesiz veya kimseleri olduğu halde terk edilmiş veya birileri tarafından istenmeyerek kerhen bakımı yapılmaktadır.
Aklımıza hemen şöyle bir suâl geliyor: Bakıma muhtaç yaşlı anne-babaya, ilk etapta öncelikle kim veya kimler bakmakla yükümlü? Hepimizin malûmu olduğu gibi bu, öncelikle evlâd-u iyâlin vazifesi. Hem de hafife alınmayacak derecede bir vazife... Yani diğer bir ifade ile her çocuğun, ebeveyninin bakımını yapması, onlara hiç incitmeden itaat etmesi farz-ı ayndır. Bu mükellefiyetlerini, bilerek veya bilmeyerek yerine getirmemesi, anne-babaya itaat etmemesi, onları şu veya bu şekilde incitmesi büyük günahlardandır.
Allah’ın rızasını kazanmanın yolunun, anne-babanın rızasını kazanmaktan geçtiğini gençlerimiz biliyor mu bilmiyorum. Yine yüce Allah’ın “Anne babadan birisi veya her ikisi yanınızda ihtiyarladığında onlara öf bile demeyin...” ikazından haberleri var mı bilemiyorum. Yine bu konuda Efendimizin (asm) “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belâlar sel gibi üzerinize gelirdi” sözünü, gençlerimiz inşaallah dikkate alıyorlardır.
Bu konudaki tesbit ve müşahadelerimin, beni tekzip etmelerini arzu ederdim. Ama maalesef, tam tersi bir durumla karşılaşmanın acısını, ızdırabını çekiyorum şahsen.
Nasıl olsa haklarını helâl ederler, bizi affederler diyerek onları incitip rencide etmeyi alışkanlık haline getiren gençlerimizin bu hâlleri içler acısı.
En ağır haksızlıklara, olmadık hakaretlere dûçâr kalan gözü yaşlı anne babalar, büyük ihtimalle, ciğerpâreleri olan evlâtlarını affederler, her türlü haklarını da elbette helâl ederler. Ama böyle bir günah-ı kebîreyi işlemeyi alışkanlık hâline getireni Allah affeder mi? Kur’ân affeder mi, bilemiyoruz.
En doğrusu, Kur’ân’ın emrettiği, Efendimizin (asm) ısrarla tavsiye ettiği anne-baba hukukunu ciddiye almalı, onlara şefkat ve merhametle yaklaşarak duâlarını ve rızâlarını kazanmanın gayretinde olmalıyız. Çünkü ancak böyle, mânevî mesuliyeten kurtulabiliriz.
10.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|