Türban konusunda gazetemizin düştüğü şerhleri bazıları yanlış anlıyor galiba. Başörtüsünün demokrat, laik, sosyal hukuk devleti olan bütün devletlerde olduğu gibi inancın gereği olarak takılmasından yana meşrû çerçevede kuruluş tarihinden beri mücadelesini veren gazetemizin, AKP-MHP birlikteliğinden çıkan son çene altı formülü ve bu formülün sadece üniversitelerde kullanılacağına dair kanun ve yasa değişikliğinin hukukî yönden yetersiz ve sakıncalı olduğunu vurgulamasını, sığ bir siyasî tarafgirlik sonucu olarak değerlendirenler yanılıyorlar.
Yeni Asya bu konuda samimidir ve doğru olan bir uygulamanın nereden ve kimden olursa olsun yapılmasına, kitlelerin kim ve neci olursa olsun istifadelerine taraf olmayı halisâne bir şekilde ister.
Yanlış olan bir şey varsa, o da hukukî yönden efradını cami, ağyarını mani bir kesinlik arz etmeden, kapsamı daraltılmış ve bir çok elastiki uygulamayı da beraberinde getirecek olan bu tasarıya, sonuçlarını iyi okumadan ve nerelere sürükleneceği hesap edilmeden balıklama dalmaktır. Her kelimenin lastik gibi bir yerlere çekilebildiği ve keyfî uygulamaların belli başlı kurumlar tarafından bir iki demeçle meşrûymuş gibi gösterildiği ortamda, son derece titiz ve müdekkik bir süreç başlatılmalıyken, yangından mal kaçırır gibi, hatta yaklaşan yerel seçimlere yatırım yapar gibi yapılan bu çalışma, elbette tenkit ve eleştirilere açık olacaktır. Nitekim başörtüsü konusunda samimiyetinden şüphe edilmeyen bir çok yazar ve sivil kuruluş liderleri aynı minval üzere uyarılarda bulundular. Gazetemizin uyarılarını agresiflikle yorumlamak, meseleyi sathî düzeyde ele almanın sonucu olsa gerek. MHP’nin “AKP’nin konuyu kendine mal etmesini önledik” şeklindeki yaklaşımı ve “Olumlu yönler MHP’nin kâr hanesine, olumsuzluklar ve eksiklikler AKP’nin zarar hanesine yazılacağı yorumları da cabası.
Görülmüyor mu ki, en son Prof. Dr. Atilla Yayla, “koruma ve kollama yasası” gereği bir başka kişinin söyleyeceği dolaylı bir ifadeyi kullanırken, “bu adam”ın İngilizcesi “That man” olan bir gösterme sıfatı, işaret sıfatı yüzünden Mustafa Kemal’e hakaretten 15 ay ceza yemiş. Dünyaya anlatamıyoruz bu uygulamayı. Ve bu uygulama, ülkemizde kanunlara uygun olarak verilmiş bir ceza olarak sindirilebiliyor.
Öte taraftan başörtüsü için partiler arası görüşmeler sürerken, belli merkezlerden ve kendini “çağdaş-laik” olarak lanse edenlerden sürekli şu tahrik dolu soru yöneltiliyordu askerlere: “Asker niçin susuyor?” Sonunda asker konuştu. “Malûmu ilâma gerek yok. Görüşlerimiz belli” diye. Artık çeneler bu beyanatın yorumlamalarıyla yorulacaktır.
Üniversite rektörleri hükümete kazan kaldırmak için toplanacaklar. Dayanamayıp daha erken davranan İnönü Üniversitesi Rektörü Hilmioğlu, demokrat bir ülkenin bilimsel bir kuruluşunun başındaki aydın kişi olarak gayet bilimsel bir görüş bile açıkladı bu arada, “Türkiye Cumhuriyeti, Kasımpaşa Cumhuriyeti değildir.”
Türkiye’de kendilerine özgü laiklik anlayışına dayanarak bir takım kuruluşlar ve kurumlar meseleye korku damarıyla bakıyorlar ve topluma değil orduya, Anayasa Mahkemesine, YÖK’e panik atak yapması için korku/dehşet senaryoları pompalıyorlar.
Dış basında Washington Post, “İslâm’ın laik sistemi aşındırmasından korkuluyor”, Fransız Le Figaro “Toplumun giderek İslâmlaştırılmasından korkuluyor”, El-Cezire “Laikler, İslâm profilinin yükseltileceğinden kaygılı” diye bu korkuları dile getiriyorlar.
Toplumun, bütün kurum ve kuruluşların korku ve dehşetle dürtülenmeden sakin bir kafayla konuşup tartışacağı yeni anayasa taslağı ve 301. madde gibi önemli ve hayatî konuları bir kenara atarak, kapsamı dar haliyle bile bir çok kanun, madde, yorum ve tavır sonucu çıkıp çıkmayacağı belirsiz bu “çene altı” tartışmasına girmek, korkusuz korkakların mı işi acaba?
Ya birileri bu işi bilmiyor, ya da görünmeyen bir mutabakat var. Ama hangisi? Göreceğiz.
05.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|