Kırmızı Başlıklı Kız masalı, nihayetinde bir çocuk masalı. Hemen her insan bu masalı ya okumuştur, ya da bir büyüğünden dinlemiştir. Bilmeyenimiz yok gibi…
Küçüklüğümde bu masalı kitaptan okurken, bayağı acımıştım Kırmızı Başlıklı Kıza. Ne kadar da saf, temiz ve masum bir kızdı. Annesi ne kadar da hanımefendiydi. Ormanın tâ içlerinde yaşayan babaannesine annesinin yaptığı çörekleri götürmek üzere ormana daldığı zaman içimi bir korku sarmıştı. Her türlü vahşi hayvanın bulunduğu koca ormanda yalnız ve minicik bir kız çocuğunun, tâ ötelerdeki babaannesine çörek götürmesi ne kadar yerinde bir davranış? Anne, bu tehlikeleri düşünmeyecek kadar tecrübesiz ve tedbirsiz olabilir miydi?
Kurtla karşılaşması ise, benim çocuk mantığımı doğruluyordu. Üstelik kendi kendime soruyordum. Kurt, hazır eline geçmişken neden o anda Kırmızı Başlıklı Kızı yememişti? Dahası, o ihtiyar biçare babaanneyi ormandaki kulübesinde bir iki hamlede bütün bütün nasıl yutardı? Koca bir insan kurdun boğazından nasıl geçiyordu? Üstelik Kırmızı Başlıklı Kızı da daha sonra ham yaparak yutuyordu. Tuhaf olan şey, iki insanın da kurdun karnından bir oduncu tarafından canlı olarak çıkarılmalarıydı. Bu ilkokulda bize öğretilen Fen Bilgisi dersleriyle çelişiyordu. Çocuk mantığımızla bütün bunları yine de sorgulamadık. Öğretmenlerimiz bu masalı bize kitap olarak verdiklerine göre, demek ki olağan bir şeydi bu ham diye yutmalar. Bunlar saçma olsa, büyüklerimiz ciddî ciddî bize okuturlar mıydı?
Ama ne olursa olsun, masaldı işte. Olayların kurgusu ne kadar saçma da olsa, neticede içimizdeki acıma, tedbir, şefkat, yalancılık, hile, yardım kavramları ve birilerinin kurtuluşuna sevinme, birilerinin kötülüklerinin cezasını bulma olguları zihinlerimizde yer ediyor, makes buluyordu minicik dünyamızda..
Tevhide’lerin başörtüsü çilesi, işte bu masala benziyordu, ama tek farkı birinin sanal ve hayal oluşu, diğerinin acı bir gerçek oluşuydu. Her ne kadar başörtüsü konusunda “Teferruât” dense de; gelişmeler, olaylar, tepkiler bu meselin hiç de teferruât olmadığını göstermektedir. Başörtüsüne öcü gibi, rejim tehlikesi gibi bakanlar açısından başörtüsü hiç de teferruât değildi. Abartılı da olsa birilerinin gözünde başörtüsü, rejim için baş mesele olarak yer alıyordu. Tam bu esnada teferruât demek, karşı olanlarca bir taviz, bir ricat, bir teslimiyet ve bir takiyye gibi algılanıyordu. Onlar için çok önemli ve baş mesele olduğu gibi, bizim için de baş meseleydi aslında.
Tevhide’nin hakkını aramak için, geçenlerde yapılan bir protesto gösterisinde, karikatürlerindeki mesajlarıyla ustalığını kabul ettiren gazetemiz karikatüristi İbrahim Özdabak Ağabeyimin “kırmızı türbanlı kız” karikatürü milletin elinde pankart haline gelmişti.
Tepkiler gecikmedi. “Kırmızı Başlıklı Kız’a türban giydirmişler” diye olaya provokatörce yaklaşıldı. Oysa olay bir giydirme değil, bir kıyaslamadan dolayısıyla bir hak/hukuk arayışından ibaretti. Ama ne yapalım, at gözlüğü olursa böyle yorumlanır işte. Biz de onların mantığıyla masalı biraz değiştirelim isterseniz.
Masalı biliyorsunuz. Kırmızı Başlıklı Kız, babaannesi kılığındaki kurda sorar:
“Kulakların neden bu kadar uzun?”
“ Türbanlıları daha iyi dinlemek ve ihbar etmek için.”
“Kolların neden bu kadar uzun?”
“ Türbanlıları daha çabuk yakalamak için.”
“Gözlerin neden bu kadar kocaman?”
“Türbanlıları daha iyi görüp takip etmek için.”
“ Dişlerin neden bu kadar sivri?”
“ Türbanlı kızları ham edip yutmak için.”
“……….?”
“Haammmmmm…”
08.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|