Ünlü İtalyan Tenor Pavarotti de gitti. Arkasında bıraktığı eserleriyle, hayranlarıyla tarihe geçerek gitti. Unutulmayacak bir tenordü. Karizması ve kişiliği de bir o kadar hatırlanacak. Ne var ki pek çoğumuz onu yakından tanımıyoruz. Okuyucularımın bir çoğu da Pavarotti ile ilgili yazı yazmamı belki de ilk elde garipseyecek. Ama ardından yazı yazılacak bir insan olduğu kanaatindeyim. Toprağı bol olsun.
Yanılmıyorsam pankreas kanserinden dolayı tedavi gördüğü süreçte bir ara, “Tanrı bana her şeyi verdi. Başarı, şöhret, para, çocuk. Ancak ölürsem bunun bedelini ödemiş olurum” diyordu. Evet hayatta her şeyin bedeli vardı zaten. Allah şu veya bu şekilde bedel ödetiyor kullarına.
1935 doğumlu. İtalyan. Aslında öğretmen kökenli. Müzik hayatında da bir öğretmen gibi davrandı. Sürekli müzik ve genç yeteneklere yönelik okul veya müzik merkezleri açtırdı. l961 yıllarında “Consorno İnternazionale” ödülünü aldığında yıldızı parladı. Opera dalında 1961 sonrası yıllarda konserler vermek için Kuzey Amerika, Güney Amerika, Asya, Avustralya, Afrika kısaca bütün kıt’aları dolaştı. Savaş mağdurları için “Pavarotti ve Arkadaşları” adı altında verdiği konserlerde sunuculuk yaptı. 3’lü konserleri de meşhurdu. BM bünyesinde para topladı mağdurlar ve aileleri için. Bosna, Guatemela, Kosova ve Irak’ta yardıma muhtaç insanlar için yardım seferberliği yaptı. Bosna’ya yaptığı yardım ve gösterdiği ilgiden dolayı Saraybosna şehrinin fahri hemşehrilik beratına sahip. Yani Pavarotti fahri bir Saraybosnalıdır. Savaşta top gülleleriyle havaya uçurulan sonra restore edilen Mostar Köprüsünün bulunduğu Mostar şehrinde kabiliyetli genç müzisyenler için bir müzik eğitim merkezini de kurmuştu.
İtalyan lirik repertuvarının gerçek yansımasıydı. İnce sesiyle 1960-1970’li yıllarda şöhreti müzik dünyasında yayılmıştı bile. Tenörlük biraz karışıktır. En tiz ya da ince erkek sesi diye nitelenir. Helden tenör (kahramanımsı) sesler daha çok Strauss ve Vagner’ın eserlerine daha uygundur. Dramatik tenör veya lirik tenör Helden tipine göre daha tatlı ve sessizdir ve hafif repertuvarlara daha uygundur. Tenöre Rabusto, (Bariton’a yakın ses) Spinto, Folsetto vs.vs. gibi dallarla karşılaşırız gidebilirsek eğer derinlere doğru.
Ben kendi hesabıma tenorler içinde Enrico Corusa -literatürde Büyük Corusa diye tanınır- ile Pavarotti’yi çok severim. Ama kişiliğinden dolayı Pavarotti’nin yeri başkadır. Fransız yönetmenin biri “Tenor de Pavarotti ve diğerleri” diye ayrım yapmıştır san’atçılık kalitesini belirtmek için. Bendeniz de Pavarotti’yi diğer bütün tenorlerden ayırırım sesinden değil sözünden dolayı. Özellikle Türkiye’de sarf ettiği sözünden dolayı.
Meselenin aslı nedir derseniz aziz okuyucularım onu da açıklayacağım. Hani şu meşhur tiyatrocumuz ve aktörümüz Cüneyt Gökçer vardır bilirsiniz. Ben Cüneyt Gökçer’i ortaokul yıllarında seyrettiğim “501 Numaralı Hücre” filminden sonra tanıdım. Usta bir aktördü. Azerbaycan’dan kaçıp Türkiye’ye sığınan bir gencin başına gelenleri anlatan film. Senaryosu kime aitti şimdi hatırlayamayacağım. Ama güzel bir tiyatro eserinden sonra iyi bir sinema filmi olmuştu. Ayağındaki prangaların sesleri hâlâ kulaklarımda. İşte bu Cüneyt Gökçer’e ait bir açıklama yer aldı haber portallerinde.
Pavarotti, Türkiye’de çalıştığı yıllarda güya sesi beğenilmediği için devlet operasından kovulmuşmuş. Bu rivayet tümüyle yalanmış. 1960’larda, başta ihtilâlci Başkan Cemal Gürsel var. Program bitince san’atçıyı ayağına çağırıyor. Ancak Pavarotti, büyük san’atçı oluşunun ve olacağının ilk sinyalini işte orada veriyor. Çünkü san’atçı insan aynı zamanda düşünen insandır. Felsefesi olan insandır. Cemal Ağa için şöyle diyor Pavarotti: “O bir diktatördür. Ben bir döktatörün ayağına gitmem....” Ve gitmiyor. Bu cümleden dolayı Türkiye’den kovulduğunu sayın Gökçer açıklıyor. İşte ben de bunun için Pavarotti’nin kişiliğini ve karizmasını seviyorum aziz okuyucular.
27 Mayıs sürecinde, ihtilâlcilere karşı tek kelime etmeyen aksine “nasıl isterseniz efendim” diye emir alan anayasa profesörleri, bilim adamlarından tutunuz da; nice sanatçılara kadar bir çok entelektüelimiz maalesef böylesi tarihî bir tavır koyamamıştır ve aksine yanlarında yer almayı yeğlemişlerdir. Çünkü bunların çoğunun bir felsefesi, düşüncesi bulunmuyordu. “Ebemin dediği” cinsten bir ideoloji bezirgânlığı vardı. Neticede Pavarotti olmak, öyle isminin sonuna “Otti-itti” eki almakla olmuyor. Olmaz da. Tekrar toprağı bol olsun diyorum Pavarotti’ye.
10.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|