Bir tümgeneral cumhurbaşkanlığına aday olan Sayın Abdullah Gül’e göndermede bulunarak “Yazılı olmayan yasaları içinize sindiriniz” dedi. Devletlerin değilse de devletimizin yazılı olmayan yasaları olduğunu da böylece öğrenmiş olduk. Bilinen ve yazılı olan yasaların ve o yasaların anası olan anayasanın varlığı demek ki kâfi gelmiyor..
Oysa ki meşrû bir devletin ve meşru bir hukuk sisteminin-yazılı olsun veya olmasın-dayanak noktası, her şeyden önce temel yasaların yazılı olarak teminat altına alındığı anayasada kendi ifadesini bulur. Aksi takdirde devletin adalet üzere olup olmadığı tartışması açılır ki, adaletin mülkün, yani devletin temeli olduğu kuralı hikâyeden ibaret hale gelir.
Öncelikle hukuk ve yasalara ait böylesi bir açıklamayı ülkemizde bir hukukçunun yapması gerekirken, sadece bir askerin dile getirmesi de tuhaf kaçıyor. Neden böylesi bir hukukî durumu hatırlatmada hukukçular konuşmuyor da, bir Silâhlı Kuvvetler mensubu konuşma ihtiyacı hissediyor, üzerinde düşünmek gerekir.
Sayın komutanımızın yazılı olmayan yasalardan kastettiği şey, eğer hukuk ve kanun dışı, keyfî uygulamalarsa-ki böyle bir ihtimali aklının ucundan bile geçirmeyeceğini sanıyoruz-o zaman devletimizin nasıl bir karakter soyda olduğu tartışmaya açılabilir. Kendilerinin de vurguladığı gibi, kökleri ve gelenekleri binlerce yıla dayanan böylesi bir devletin bünyesinde saklı-gizli illegal yasalar barınamaz. Yok eğer yazılı olmayan yasalardan kasdı herkesçe kabul görmüş ve makul sayılmış ve uygulaması bedihi hale gelmiş yasalarsa eğer, bu yasaları yazılı yasaların anası olan anayasanın karşısına dikemezsiniz. Esas olan ve esas alınan yasa yine yazılı olan anayasa olacaktır. Bunun böyle olması gerektiğini hukuktan zerre kadar hissesi olan bile haberdardır.
Sayın komutanımızın kastettiği yazılı olmayan yasaların adına töre veya gelenek derler. Sosyoloji biliminde de bu yasaların yazılı olmayanlardan ayrı, ama ikinci planda olduğu vurgulanır. Sözgelimi, yazılı yasaların maddî yaptırım gücü ve maddî cezaları mevcutken, yazılı olmayanların manevî yaptırım gücü ve manevî cezaları vardır. Kınama, ayıplama gibi… Meselâ, don-gömlekle veya pijamayla balkona ya da sokağa çıkmanın ayıp sayıldığı bir yerleşim biriminde, pijamayla sokağa çıkan kişi ancak ayıplanır, kınanır. Ama maddî yönden yazılı yasalardaki gibi bir ceza uygulanamaz ve kanunen kınayanlara böyle bir hak da tanınmaz.
Şurası unutulmamalıdır ki, töre, gelenek, görenek, örf, adet gibi isimlerle ifade edilen yazılı olmayan yasalar, tarihte değilse de günümüzde insan haklarına, akla, bilime, vicdana aykırı olmamalıdır. Bunlardan herhangi birine aykırı olan töre veya gelenek, yazılı olmamasına bakılmaksızın uygulanmaz, uygulamadan kaldırılır. Hani şu berdel, kan dâvâsı v.s. gibi lânet olası törelere benzer… Bunları yazılı olmayan yasalar diye savunacak aklı başında bir insanı tahayyül etmek abes kaçar.
Neticede evrensel hukuka uygun, demokrasilerde milletin hür iradesiyle millî konsensüsle kabul edilmiş anayasadan başka yazılı olsun ve olmasın bir takım yasalara dayanarak anayasaya aykırı kanunlar ileri sürmek hukuken geçersizdir ve bir yerde suç bile sayılır.
Anayasayı esas almazsanız bu takdirde bir zamanlar şairin yazdığı gibi;
“Ankara’da anayasso
Ellerinden öpir Hasso
Yap bize de bir iltimasso
Hooooooy baboovvv !” trajikomikliğine düşülebilir.
18.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|