Bediüzzaman, asırlardır yolu gözlenen ve beklenen bir şahsiyetti. Otuz üç Kur’an âyetinin işâretine mazhar olduğu gibi, Hazret-i Ali (r.a.) ve Gavs-ı Geylâni (r.a.) gibi kudsî zatların müjdesine de mazhardı.
Ahirzamanın en dehşetli din tahribatını tamirle vazifeliydi. Mehmet Akif’in “O nuru gönder İlâhi asırlar oldu yeter. Bunaldı milletin âfâkı bir sabah ister” beytiyle temenni ettiği mânevî nurun dellâlıydı. Bütün mesaisini iman hakikatlerini ispat ve izaha hasretmişti. Milletin imanını muhafaza etmek ve mutlak dalalete düşmekten kurtarmak için her şeyini feda etmişti.
1. Cihan Harbinde talebeleri ile birlikte beş bin kişilik bir milis alayının kumandanı olarak harbe iştirak etmiş ve Bitlis muhasarasında yaralanıp Kazak askerlerine esir düşmüştü. İki buçuk seneye yakın esaret hayatından sonra, Bolşevik İhtilâlindeki kargaşadan yararlanarak firar etmiş ve İstanbul’a dönmüştü. İngilizler İstanbul’u işgal ettiği zaman, yazdığı Hutuvat-ı Sitte namındaki eseriyle onların plânlarını deşifre etmiş ve İstanbul ulemasını İngilizlerin aleyhine döndürmüştü. Anadolu’daki Kurtuluş Savaşını desteklemiş ve Meşihatın aleyhteki fetvasını geçersiz sayarak mukabil fetva vermişti. Onun bu hizmetlerini takdir eden Ankara Hükümeti “Böyle kahraman bir hoca bize lâzımdır”diyerek onu Ankara’ya davet etmişlerdi. Mecliste, hoş geldin merasimiyle karşılanan Bediüzzaman, onların başka niyette olduğunu fark edince, bütün ısrarlara rağmen Ankara’yı terk edip Van vilayetine gitti. Kendi rûhî ve vicdanî hazlarıyla baş başa kalarak, Kur’ân’ı mütalaaya ve talebe okutmaya başladı.
Şeyh Said isyanı bahane edilerek hiç alâkası olmadığı halde, diğer ileri gelen şahıslar gibi, onu da Batı Anadolu’ya sürgün ettiler. Burdur vilayetinde kaldığı dokuz aylık mecburi ikâmetten sonra, sekiz buçuk yıl kaldığı Barla Nahiyesine nefyettiler. Burası o günün şartlarında kuş uçmaz kervan geçmez, yolu izi olmayan küçük bir yerleşim yeriydi. Orada unutulup ölüp gitmesi hedefleniyordu. Ancak, Bediüzzaman Hazretleri manen vazifeliydi. Altı bin sayfalık Nur Risalelerinin üçte ikilik kısmının telifine orada muvaffak olmuştu. Barla bir kürsü olmuş, oradan bütün İslâm âlemine ve insanlığa ders veriyordu.
Barla’da, Bediüzzaman’ın bir çok menzilleri vardı. Ekser risaleler oralarda telif edilmişti. Sıdık Süleyman’ın bahçesinde Cennet bahsi yazıldığı gibi, Beyderesinde 21. Söz olan namaz bahsi yazılmıştı. Çam Dağında yazılan risaleler vardı. Barla’nın hemen hemen her tarafında Bediüzzaman’dan izler bulmak mümkündü. Çınar ağacı ve Çam Dağında yaptırdığı küçücük kulübeler için “Ben bu menzillerimi Yıldız Sarayı'na değişmem.” diyordu. O Nur menzillerinden biri de Karakavak mevkiiydi. Öğrendiğimize göre, Barla’nın bağ ve bahçelerini sulayan suyun kaynadığı bu yere sık sık gelen Bediüzzaman, oradaki bahçede 17. Sözü ve Mucizât-ı Ahmediye (a.s.m.) risalelerini telif etmiş. Ekser risalelerin tashihatını da orada yaparmış. Mucizât-ı Ahmediye risalesi her gün üç dört saat çalışmak suretiyle, üç dört gün zarfında toplam on iki saatte yazılmış.
Her gittiği mekânı nurlandıran ve nur menzili olarak adlandıran Bediüzzaman’ın bu hatırasına binâen, gelecek nesillere bir yadigâr olması için Karakavak mevkiindeki bahçeyi geçen sene satın aldık ve Yeni Asya’ya tapusunu verdik. Bu sene, Barla ve Eğirdir belediye başkanlarının müzaheretleriyle oraya yol çalışması yapılıyor. Kendilerine şükranlarımızı sunuyoruz. Güzel bir düzenlemeyle herkese açık bir okuma ve dinlenme parkı olacak olan bu mekânın hayırlara vesile olmasını diliyoruz.
Pazar sabahı sosyal tesislerde bulunanlarla birlikte ziyaret ettiğimiz Karakavak mevkii ve kaynak suyu bizi etkilemiş, oldukça yüksekten gördüğümüz manzara hepimizi büyülemişti.
Bir haftalık program sona erip Ankara’ya döndüğümüzde, mânevî bataryalarımızın dolduğunu hissediyorduk.
16.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|