İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Murat Yalçıntaş, 104.4 Bizim Radyo’da Salı günleri
yayınlanan yapımcılığını ve sunuculuğunu Recep Taşçı’nın yaptığı ‘Reel Sektör’ programına
katıldı. Programda İTO hakkında bilgi veren Murat Yalçıntaş, işsizlik, faiz indirimi, cari açık ve kuraklığın ekonomiye etkileri ile ilgili ekonominin gündemindeki sorulara cevap verdi.
* İTO, rutin hizmetlerin dışında, ne tür hizmetler veriyor?
Ben, Odamızın hizmetlerini çok kaba olarak dört ana başlık altında topluyorum. Bu görevlerin dışında bize yasaların vermiş olduğu görevler de var.
İstanbul’daki tüm şirketlerin sicil memuruyuz ki, bu her şehirdeki odalar için geçerlidir. Şirketlerin kurulması, resmî evraklarını tescil ettirmesi, belgelendirmesi tamamen bizim sayemizde oluyor. Bir bakıma iş âleminin noteriyiz, diyebilirim. Bu birinci yönüydü.
İkinci yönü; üyelerimizin, kanunî, meşrû lobi kuruluşuyuz. Üyelerimizin menfaatleri için uluslar arası kurumlara, kuruluşlara ve hükümete karşı, lobicilik yapıyoruz. Yani, Türkiye ekonomisi için hangi kanunun öne geçmesi lâzım, üyelerin AB’de hangi haklarının savunulması lâzım, Türk iş adamlarının hangi haklarının savunulması lâzım gibi çalışmalar yapıyoruz. Üçüncüsü üyelerimizin rekabetçiliklerini arttırmak, daha verimli, daha kârlı çalışmalarını sağlamak, seviyelerini yükseltmek, değerlerini arttırmaya çalışıyoruz.
* İTO'nun sosyal sorumluluk olarak kabul ettiği faaliyetleri neler?
İTO olarak, Türkiye’ ye karşı sosyal sorumluluklarımız da bulunuyor. Bu alanda, bu sene üç okul yaptırdık. Bunların ikisi meslek lisesi, diğeri ise engelli ve otistik çocuklar için eğitim veren bir kolej. Hepinizin bildiği gibi, Doğu Anadolu Kalkındırma Projesini hayata geçirdik, bu çerçevede 2011 kış olimpiyatları Erzurum’a alındı. Bölgedeki tarihî yerler, medreseler restore edildi. Büyük spor organizasyonların, büyük çaplı kongrelerin İstanbul’a gelmelerini sağlıyoruz ki, İstanbul’un imajı, hareketliliği, iç talep artsın. Formula 1, Red Bull Air Race, Marsilia ve Türkiye arasında yapılan yelken yarışları bunlardan birkaçı. Bütün bu organizasyonlar Türkiye’nin ve İstanbul’un imajını arttırdı. İki hafta sonra Formula 1 tekrar İstanbul’da olacak. Türkiye’ yi temsil etme bakımından İTO yüz akıdır.
* İTO’da kaç komite var? Bu komiteler ne gibi çalışmalar yapıyor?
İTO ‘da, sanayi mamülleri ihracatçıları, hazır giyim ve konfeksiyon, inşaat gibi toplam 87 tane komite var. 87 komite demek, İstanbul’da iş âlemini 87 sektöre bölmek demek bir bakıma. Örneğin, benim başkan seçildiğim komite madenî eşya komitesi. Her komitede kendi üyeleri tarafından seçilmiş komite başkanı olan arkadaşlarımız var. Bu arkadaşlarımız, kendi sektörüyle alâkalı sorunlar ile ilgileniyorlar. Kendi sektörlerini daha çok nasıl rekabetçi yaparlar, nasıl çözümler sunabilirler gibi çalışmalar yapıyorlar.
* Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri işsizlik. Yeni kurulacak hükümete işsizliği azaltmak için ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Ben burada iki önemli noktaya değinmek istiyorum. Yeni hükümetin yapması gereken reformların başında, vergi reformu, vergi reformuyla beraber sosyal güvenlik reformu geliyor. Yani uygulanması gereken reform var. Sosyal güvenlik reformunun işsizlikle ne alâkası var, derseniz. Biz iş âlemi olarak arzumuz büyümek ve daha fazla işçi çalıştırmak. Ama bugün Türkiye’de öyle bir vergi yasası, öyle bir sosyal güvenlik yasası var ki, adeta fazla işçi çalıştırmayı cezalandırıyor. Yeni hükümetin yapması gereken ilk adım, istihdamın, yani işçinin üzerine yüklenen vergileri düşürmesi ki, bunun sözü hükümet tarafından verilmişti. Bugün bir iş adamı, işçiye 100 YTL veriyorsa, 60 ila 70 YTL’si işçiye düşen paydır, bunun geriye kalanı 30 ya da 40 lirası olduğu gibi vergiye gidiyor.
* Yani asgarî ücretten vergi kalksın mı diyorsunuz?
Benim söylediğim sadece asgarî için değil. Benim söylemek istediğim şey; işçiler üzerindeki tüm vergiler azaltılsın. Azaltılsın ki, hem çalışanın eline daha fazla para geçsin, hem de o işçiyi çalıştıran daha az para ödesin.
* Bunu proje olarak sundunuz mu?
Biz bunu 59. hükümetteki Maliye Bakanımız sayın Unakıtan’ a sunmuştuk, çok yakın çalışmış ve muhtelif vergi indirimlerini gündeme almıştık. Bunlardan bir tanesi gelir vergisi ve diğeri de kurumlar vergisi indirimiydi. Bunlar da zaten yapıldı. Diğer alt yapısını hazırladığımız vergi indirimi de, çalışanların üzerindeki vergilerin indirilmesiydi. Seçimler öne alındığı için; bu reformlar meclisten geçemedi. Dolayısıyla yeni Meclis’ten ilk beklentimiz, 59. hükümet zamanında hazırlığı yapılmış ve sayın Unakıtan tarafından sözü verilmiş olan bu, istihdam üzerindeki vergilerin düşmesidir.
Bir noktaya daha değinmek istiyorum. Türkiye’de tarım çok önemli, ekonomiyle bire bir ilişkisi var. Tarım neden önemlidir? Derseniz. Bugün Türkiye, dünyanın 4 büyük sebze üreticisi ve 11’inci büyük meyve satıcısıdır. Şimdi son 5 seneye bakın, son 5 senede Türkiye’nin ortalama büyümesi yüzde 7,2 oldu. Bu büyümenin içinde en hızlı büyüyen sanayi ve inşaat var, bunlar güzel sonuçlar. Peki bunlar büyürken, tarım yüzde kaç büyüdü? Tarım sadece yüzde 3 büyüdü.
* Peki tarım neden yüzde 3 büyüdü?
Türkiye, tarımda ne yazık ki yapması gerekeni yapamıyor. İki büyük sıkıntımız var. Bunlardan birincisi. Ben sadece 2006 rakamını veriyorum. 2006’da tarımda çalışan nüfus 5 milyon azaldı ve Türkiye nüfusunun yüzde 34’ü tarımda çalışıyordu, şu an bu yüzde 25’lere düştü.
* Bu işin ideal olması için, ne kadar olması gerek?
Gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 10’dur, diğer kalan yüzde 90’ı üretimde, hizmette ve başka işlerde çalışır. Türkiye’nin sıkıntısı şu. Türkiye’de tarım işçisi yeterli kazancı elde edemiyor. Yani masraf, maliyet ile ilgili bir sorun var. Ürettiğinin geliri, masrafına neredeyse denk. Tarımın maliyeti Türkiye’de çok yüksek. Tarımla geçinemeyen, kente gelmeye başlıyor, bu göç demektir. Göç olduğu için çarpık yapılaşma da ortay çıkıyor ve bunların hepsi negatif oluyor Türkiye için.
* Tarım bu haliyle AB ile müzakare sürecinde sıkıntı oluşturur mu?
Türkiye’nin yapması gereken çok önemli reformlar var. Eğer bu reformları yapmazsa, birincisi işsizlik sorununa çare bulamaz, nüfusun yüzde 25 ‘i tarımda çalışıyor, ki bu çok önemlidir. İkincisi, Türkiye’deki nüfus rahat, müreffeh, mutlu yaşayamaz. Tarımla uğraşanın cebine para girmesi lâzım.
* Bir ülkenin büyümesi, aynı zamanda işsizlikle paraleldir.
Tabiî ki... Bir ülkenin zenginliği nedir biliyor musunuz? Yer altı zenginlikleri, tarihi, turizmi değildir, bir ülkenin zenginliği ülke insanının yetişmesi, kalifiye olmasıdır. Bugün Japonya’ ya bakın, doğru dürüst toprağı yok, madenleri yok, üstelik 2. Dünya Savaşında perişan oldular, atom bombalarına maruz kaldılar. Ama bugün, ekonomik açıdan dünyanın bir numaralı ülkesi. Bu yetişmiş halkından kaynaklanan bir başarı.
* Faizlerin indirimi konusunda Merkez Bankası’nın tutumu doğru mu? Faizler ne zaman ve nasıl düşürülmeli?
Bence Merkez Bankası’nın buradaki tutumu doğrudur. Niye mi? Merkez Bankası’nın birinci önceliği, fiyat istikrarıdır, yani enflasyonun kontrol altına alınmasıdır. Sizin faizleri indirmeniz demek, enflasyon üzerinde ciddî ciddî baskı yapmanız demektir. Türkiye şu an faizleri indirmeli mi? Evet inmeli. Türkiye’de faizler inme noktasına geldi. Bu tam olarak cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra Eylül, Ekim gibi yapılabilecek bir şey. Bu aylarda olmasının üç sebebi var. Birincisi şu; Önümüzde cumhurbaşkanlığı seçimi var, çünkü çok önemli bir süreçtir, dönüm noktasıdır. Herhangi bir gerginliğe sebebiyet vermeden, problemsiz olarak bu süreci geçmemiz gerek.
İkincisi ise, Eylül, Ekim aylarında iki önemli olgu yaşayacağız. Biri Ramazan, diğeri tatilden, yazın köyüne giden çalışanın dönüşü ve okulların açılması. Bu, alış veriş sezonunun açılması demektir. Ramazanlık, okul eşyası, yeni giysiler, bunlar dolayısıyla masraf demektir Yani bu aylar iç tüketimin, iç talebin artması demektir. Cumhurbaşkanlığı seçimi, Ramazan ayına girmiş olmamız, okulların açılması gibi 3 olgu bir araya geldiği zaman, Merkez Bankası’nın bu gidişatı görerek faiz indirimi yapması lâzım. Bu parametreler göz önünde bulundurarak Merkez Bankası geri adım atıp faizleri tekrar yükseltirse maazallah bir daha toparlanmak zor.
Ramazan ayında fırsatçılara prim vermeyin
* Bu sene bütün Türkiye’de çok ciddî bir kuraklık var. Bunun faizlerle, ekonomi ile birebir ilişkisi nasıl olacak?
Türkiye’nin en önemli ithalat kalemi enerjidir, petroldür. Peki Türkiye ikinci olarak neyi daha çok ithal ediyor? İkinci olarak, Türkiye yağlı tohum ithal ediyor. Bu sene kuraklıktan dolayı, Türkiye’ de yağlı tohum rekoltesi düştü, hasat düştü. Bu ne demektir; hem daha fazla ithal edeceğiz, hem de yağlı tohumun fiyatı artacak. Dolayısıyla dikkatli olmamız gereken nokta, Ramazan ayında, gıda ürünlerinde, ciddî mânâda fiyat artışı olabilir. Aynı zamanda buradan mesaj vermek istiyorum. Ne devlet, ne de halk fırsatçılara bundan dolayı prim vermemelidir. Herkesin Ramazan ayı gelmeden tedbirini alması lâzım.
* Aşırı değerli olan YTL, ihracatı ve ticareti ne kadar olumsuz etkiliyor?
Hayatta her şeyin iki yönü vardır. YTL’nin bu değerde olmasının da iki yönü var. Bazı üreticilerin, özellikle küçük ve orta çaplı büyüklükteki işletmelerin, ihracatları vardır. Dolayısıyla dövizden kazanırlar, ama bütün maliyetleri de YTL’dir. Dolayısıyla dövizin düşük şekilde cereyan etmesi, maliyetlerini arttırır, satışlarını azaltır. Diğer yandan bakmak gerekirse şunu söyleyeyim. Bazı iş adamları ithalat yapıyorlar, üretimdeki ara maddeleri, ithal ediyorlar, üretiyorlar ve satıyorlar. Onlar için de dövizin düşük olması demek, ucuza ithal etmek, ucuza satmak demektir. Bugün Türkiye’de özel sektör, 2006 yılı itibariyle 70 milyar dolar dış borç aldı. Neden dış borç aldı, çünkü içerden borç aldığınızda faizler yaklaşık yüzde 15 ilâ yüzde 16. Ama dışardan borçlandığınızda yüzde 8 ile borçlanıyorsunuz. Zaten enflasyon değerimiz yüzde 8, dolayısıyla dışardan borçlanırsanız, yüzde 0 ile borçlanmış oluyorsunuz. Dışardan borç almış tüm işletmelerin maliyetlerinin artması, dövizin artması, zam yapmalarına neden oluyor. Bu denge meselesidir. Burada mühim olan şey, işletmelerin daha kârlı, daha rekabetçi olabilmeleri, maliyetlerini azaltabilmeleri ve kapasite artırımına gitmeleri için döviz ile oynamamak gerekiyor. Serbest piyasada, döviz ile oynarsanız, birini mutlu ederken, diğer yandan da, başkalarını da mutsuz edersiniz. Dolayısıyla, daha ucuz hammadde alır, daha ucuz eleman çalıştırırsanız, kârlılık artar.
* Cari açığı risk olarak görüyor musunuz? Bir taraf risk görüyor, diğer taraftan bazıları da risk görmediğini söylüyor. Sizin düşünceleriniz nedir?
Siz bardağa nereden bakarsanız farklı görürsünüz. Uzaktan başka, yakından başka görürsünüz. Ben her iki yönünü de anlatmak istiyorum.
Cari açık demek Türkiye, ürettiğinden daha fazla tüketiyorsa bu cari açıktır. Dışardan para almak zorunda kalır demektir. Cari açığı risk olarak görmeyenler diyor ki; “Bizim için problem değil, nasıl olsa dışarıdan para, yatırım geliyor, biz bunu çeviririz.” Ama burada dikkat edilmesi gereken bir konu var. Örneğin, bir aile kazancından çok tüketiyorsa, bir işletme de bu aile gibi, kazancından çok tüketiyorsa, dışardan borç almak zorunda kalır.
Türkiye de ürettiğinden çok tüketiyor, bu aile ve işletme gibi diyebilirim. Bu borç alınarak dönecek bir şey. Bu problem olmayabilir, ama uzun vadede yürümez. Bu cari açık meselesini ortadan kaldırabilmemiz için eskisinden daha az tüketeceğiz. Yanlış anlaşılmasın, ben bunu dar gelirliye demiyorum, o zaten kazancını yiyebiliyor. Benim vurgu yaptığım kesim, devlet ve zengin kesim. Türkiye’ de israf eden bir kesim var. Bazen devlet de israf yapabiliyor, ama bu azaldı, çünkü enflasyon rakamları bunu gösteriyor. Kısaca, eğer cari açığı kapatmak istiyorsak, israfı azaltmaktan başlamalıyız.
Odanın kısaca tarihçesi
Osmanlı Devleti’nin tarım, sanayi ve ticaretinin geliştirilmesi amacıyla 14 Ocak 1882 tarihinde “Dersaadet Ticaret Odası” adıyla kurulan Oda, 1910 yılında İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası adını aldı. 125’inci yılını dolduran Oda’nın bugün 350 bin üyesi bulunuyor. Dünyanın ilk 5 odasından biri olan İTO’nun üyeleri Türkiye ekonomisinin yaklaşık yüzde 40’ını temsil ediyor.
|