Churchill’in “Savaş, askerlere bırakılamayacak kadar ciddî bir iştir” sözü meşhurdur. Her şeye karışan birisi olmasından mıdır, kendisini ve ülkesini İkinci Dünya Savaşı’ndaki büyük başarıya götüren demokrasi anlayışından mıdır, bilemiyoruz ama sorumluluğunu üstlenme ve yerine getirme açısından önemli bir ifade.
Aslında hadisenin önemi, askerliğin ve devlet adamlığının bir hizmet ve vazife yeri olmasında ve bundan da önemlisi vazifenin vazifeyi verene göre tarif edilmesindedir.
Konuyu sadece siyaset ve askerlik olarak değil, bir bütün olarak, “Hayatımız ne kadar asker ve ne kadar sivil?” şeklinde değerlendirmek daha doğru olacaktır. Daha da önemlisi nelere karşı asker ve nelere karşı sivil? Bilindiği gibi askerliğin en belirgin vasfı, uygulamada nizam ve intizamın hâkim olması, sadakat ve itaat prensibinin en önde olmasıdır.
Churchill uyguladığı strateji ile bir zamanlar üzerinde güneşin batmadığı imparatorluğu neredeyse geri kazandı. Fakat dünya fani… Şimdi güneşin hiç doğmadığı daracık bir kabirde. Eğer kabrin öbür tarafından da nasibi olsaydı hayata bakış açısı, onlara gösterdiği ciddiyet ve önem sırası elbette çok farklı olurdu.
Şimdi biz kendimize dönerek, insanların bırakın dünya savaşlarını, basit bir mevzii ele geçirmek ya da elde tutmak için bile sıkı bir askerî disipline ihtiyaç duyduğu bir anlayışta, tek başına yerküre kadar bir mülkü yani âhiret mülkünü kazanma kaybetme dâvâsında, ne kadar asker ve ne kadar siviliz?
Gerçekte insanın dünyaya geliş ve gidişinin kendi istek ve iradesi dışında olması, binlerce harika cihazlarla donatılmış olması ve kısacık dünya hayatına sığmayacak emel ve arzular ile dolu olması, onun yüksek ve çok önemli bir vazife ile gönderildiğinin açık bir işaretidir. Geliş ve gidişi tıpkı bir askere alınma ve terhis gibidir. Pek çok husus da, ona bırakılamayacak kadar ciddiye alınmış, kader kalemiyle nakşedilmiştir.
İnsanoğlunun en büyük zaaflarından birisi de kısa vadeli düşünmesidir. Hazır bir lezzet için ilerideki binlerce menfaatini terk eder, varlık sebebi olan ve başkasına devredilemeyecek kadar hassas olan vazifesinden kaçar. Zamanla bir çaresinin bulunacağını düşünür. Halbuki hayat durmuyor geçiyor, durdurmanın bir çaresi ve çözümü yok ve kabir kapısı kapanmıyor.
Bu gafletinden olsa gerek, insanların ekseriyeti, maalesef âhiret için verilen duygu ve cihazlarını dünyaya, dünya için verilenleri ise âhirete harcıyor, hem dünyasını hem de âhiretini heder ediyor. Dünya hayatı için en basit şeyler de dahil olmak üzere her şeye asker, âhiret hayatı için yani yerküre genişliğindeki ebedî bir mülkü kazanmak kaybetmek dâvâsında ise sivil; yeniçeri tâbiriyle “başıbozuk”. Geçici dünya hayatı için bir çok değişmez kuralları olmasına rağmen, âhiretle ilgili temel konularda kendi kafasından kurallar koymaya çalışır, “Bana göre” diyerek teviller yapar. Halbuki kurallar vazifeyi verene göredir ve onun elindedir. İnsanların bu yanılgı ile geçici dünya hayatına karşı askerleşmesiyle, “Allah’a kul olmayan, herkese kul ve köle olur” hakikatının açık bir misâliyle daha karşı karşıyadır.
Bu gün etrafımıza baktığımızda günlük hayatımızdan iş hayatına ve devlet hayatına kadar, adımımızı attığımız her noktada bir sürü kurallar, kaideler, gelenekler, kanun ve nizam gibi sıkı bir disiplin yumağı ile çepe çevre kuşatıldığımızı fark ederiz. Devletler ve müesseseler artık eski devirlerdeki gibi değildir. Her şeyin katı kuralları, kırmızı çizgileri, günü, saati ve hatta dakikaları vardır.
Sosyal bilimciler sivil hayatın askerleşmesini, Churchill anlayışının tam aksini savunan Napolyon’dan başlatırlar. O dönemden itibaren hızla yayılıp bütün dünyayı etkisi altına almıştır. Napolyoncu anlayış artık hastahane, okul, fabrika, kışla, hapishane gibi her yerde güçlü bir disiplin olarak iktidarını pekiştirmiştir. Şüphesiz disiplin gerekli, ancak bu askerleşerek sırf bazılarının hâkimiyet aracı ve göstergesi olarak kullanılırsa ve dünya ebedî kabul edilirse, hem toplum için hem de kişinin şahsî hayatı için bir cendere hükmüne geçecektir. Günümüz insanın mutsuzluğunun önemli bir sebebi de budur.
Şimdi Risâle-i Nur’dan Dokuzuncu Mektub’dan bir cümle aktaralım: “Şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki, dünyayı bir misafirhane-i askerî telâkki etsin ve öyle de iz’an etsin ve ona göre hareket etsin.”
Evet dünya hayatı artık o kadar askerleşmiş ve disipline edilmiş ki, âhiret hayatı için istenilen disiplin onun yanında sadece askerî bir misafirhanedir. O da bize zor gelmemelidir.
14.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|