Yüksek Askerî Şûrâ toplandı ve kararları açıklandı. Yine 10 kişi irtica suçlaması ile re’sen yani zorunlu olarak emekli edildi.
Bir yazarın ifadesine göre irticaî tutum ve davranışları ifadesi, kanunî bir dayanaktan yoksun. Yani kanunlarımızda irticaî tutum diye bir ifade yok. Verilen kararlar tamamen keyfî.
Sivil anayasa yapılması ile ilgili tartışmalar devam ediyor. Hazır konu açılmışken Askerî Şûrâ kararlarını yargı denetiminden kaçıran mevcut anayasamızın değişmesi gerekliliğini bu vesile ile tekrarlamak istiyorum. Zira bırakın Şûrâ kararlarını hiçbir şey, yargı denetiminden kaçırılmamalıdır.
Hazreti Ali ve Hazreti Ömer’in, Fatih Sultan Mehmet’in dahi yargı denetiminden muaf tutulamaması bize gösteriyor ki 1400 yıldan fazla geriye gitmişiz. Din ve vicdan özgürlüğüne gericilik diyenlerin kulakları çınlasın…
10 kişinin ordudan atılmasının iyi bir yönü de var; demek ki irtica suçlamasına maruz kalan yani dindar subay ve astsubaylar hâlâ mevcut. Başörtüsünü suç sayan ve sırf bu yüzden dolayı subay ve astsubayları işlerinden eden anlayışa karşı mevcut hükümetin yapabildiği tek şey, kararlara şerh koymak. Bunun kimseye bir faydası yok, ama dostlar alış verişte görsün işte.
Şimdi yeni hükümet kurulacak. Halktan büyük bir destek alarak iktidarını pekiştirmiş olan hükümete şans tanımak gerektiğine inanıyorum.
İşte millet yapacağını yaptı. Size büyük bir güç verdi. Şimdi sıra sizde. Yapılan zulüm ve haksızlıkları düzeltme fırsatınız var. Şûrâ kararlarına şerh koyma gibi hiçbir işe yaramayan politikalar yerine masaya vurarak “hiçbir demokratik ülkede yer almayan böyle haksızlıkları imzalamıyorum” deme zamanı geldi.
Son Şûrâ kararlarında dikkatimi çeken bir husus da yıllarca beraberce görev yaptığım meslektaşlarımın birer birer amiral olmaları. Bunlardan bir tanesi ile ilgili hatıramı naklederek yazıma son vermek istiyorum.
Muhriplerden bir tanesine tayinim çıkmıştı. Bana, amirim olan Silâh Subayı dedi ki “Şu saatte falanca yere gel seninle konuşmak istiyorum.” O günlerde irtica adı altında çok fazla sayıda soruşturmaya maruz kaldığım için konuşacağımız konunun ne olacağını az çok tahmin edebiliyor idim. Tahminimde yanılmamışım. Silâh subayı, görevimiz esnasında düşüncelerimizi saklamamız gerektiğini ve mesai dışında nasıl istiyor isem öyle davranmamı istedi. Kendisi sol görüşlü imiş, bunu mesleğine yansıtmayacağını söyledi. Ben de memnun kalarak yanından ayrıldım. Fakat bu kişi sözünde durmadı. O kadar başarılı görevlere imza attığımız ve çeşitli ödüller aldığımız halde bana karşı elinden gelen her türlü haksızlığı yaptı. Kendisini fazla kınamıyorum zira o dönemde dindar insanlara haksızlık yapmak pek moda idi. Sonunda bu yıl amiral dahi oldu.
Bu durumda kalan benim gibi insanlar aslında şanslı insanlardır. Zira atmacanın serçe kuşuna saldırması nasıl ki serçe kuşundaki kabiliyetleri geliştirir aynen bunun gibi oldukça pervasız ve sözünü esirgemeyen bir subay olmuştum.
İşimi iyi yapmaya çalışıyordum zira en küçük bir hatam dahi affedilmezdi. Bu zat ve birçok amirim bana ceza vermek için çok çalıştı. Hatta yüzüme karşı açıkça tehditler savurdular. İlginçtir bir gün dahi ceza almadım. Aksine ödüller ve takdirler alıyordum.
10 yıl bu minval üzere devam etti. Sonunda başörtüsü bahanesi ile Şûrâ kararları ile emekli edildim. Şimdi geçmiş hatıralarım canlandığı zaman o günleri özlemle yad ediyorum. Belki de hayatımın en güzel yılları o yıllar imiş. Zira yeknesak istirahat döşeği yerine mücadele içinde geçen bir hayat çok daha lezzetli. Şimdilerde amir ve yönetici olduğum için o günlerdeki gibi mücadeleci olamıyorum. Belki de şahsıma karşı haksızlık yapılmadığı için durgun ve pasif bir hale girdim.
Demek ki haksızlığa uğradığımız zaman feryad ü figan etmeye gerek yok. Böyle haller aslında şevk ve gayretimizi arttıran şeylerdir. Cenâb-ı Allah bütün inananları hem bu dünyada hem de ahirette mesut ve bahtiyar etsin.
13.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|