Son MGK toplantısının resmî bildirisi ile, medyada çıkan gayri resmî bilgiler arasında yine büyük uçurum var. Resmî açıklamaya göre, ülke genelindeki güvenlik ve asayiş durumunu gözden geçiren kurul, dört ildeki OHAL’in dört ay daha uzatılmasını hükümete bildirme kararı almış ve Karadeniz’e sahildar devletler arasında oluşturulan Deniz İşbirliği Grubu hakkında kurula bilgi sunulmuş. Açıklamada bunun dışında başka bir bilgi yok.
Buna karşılık, medyanın MGK toplantısıyla ilgili olarak öne çıkardığı konular çok daha farklı. Bunların başında, istihbarat ve güvenlik birimleri tarafından hazırlanan irtica raporu var. Raporda, irtica ile mücadelede gelinen nokta özetlenirken, bundan sonra yapılması gerekenler hususunda net bir bilgi yok. Bunun sebebi, o bölümün medyaya sızdırılmaması mı, yoksa işin içinde başka iş mi var?
Bu hususla ilgili olarak medyada görebildiğimiz tek ipucu, hükümetin Mecliste bekleyen ve yıllardır sonuçlandırılamayan irtica kanunlarını yine kararname yoluyla çıkarmak üzere bir yetki kanunu daha çıkarmış olduğu bilgisi.
MGK’ya sunulduğu belirtilen irtica raporunun en dikkat çeken—Hürriyet’in manşet ifadesiyle—“ilginç cümle”si ise, tarikat ve mezheplerin devletle ilişkilerine dair olanı.
Şimdiden yoğun tartışmalara konu olan ve olmaya da devam edecek gibi görünen bu cümleye göre, “Tarikat ve mezheplerin önde gelenleri ile kurulan diyaloglar ve bu çerçevede sürdürülen çalışmalar sonucu, bu grupların devlet ve hukuk sistemi içerisine çekilmesi ve devletin yanında yer almaları noktasında önemli mesafeler alınmış.”
Bunun anlamı, önceki ihtilâllerde, özellikle 12 Eylül’de “devlet adına” yapılan pazarlıkların 28 Şubat’ta da tekerrür ettiğinin resmen ikrar ve itirafından başka birşey değil.
Çok iyi bilindiği üzere, 12 Eylülcüler birçok dinî grup ve cemaati tehdit ve menfaat dağıtımı esası üzerine yapılan pazarlıklarla yanlarına çekmiş; ihtilâle karşı çıkmalarını önlemiş; ihtilâl anayasasına “evet” demelerini sağlamışlardı.
Görünüşe ve ilk zamanlarda söylenenlere bakılırsa, 28 Şubat’ın 12 Eylül’den en esaslı ayrımı bu noktadaydı. 28 Şubatçı kadrolar, bu pazarlıkları yaptıkları için şiddetle eleştirdikleri 12 Eylülcüleri “dincilere taviz vermek”le suçluyor, irticayı ve “köktendinciliği” bu defa “kökten” temizleyip bilumum dincilerin kökünü kazımayı hedef alıyorlardı.
Aradan dört buçuk yıla yakın bir süre geçti. Ama geldikleri noktada yaptıklarının, 12 Eylülcülerden hiçbir farkı yok.
Burada çok ilginç olan bir nokta da şu:
12 Eylülcüler, birçok dinî grubu yanlarına çekerken, “cazip” teklifler götürdükleri halde Yeni Asya’dan müsbet bir cevap alamamış ve bunun bedelini, camiayı parçalayarak ve gazeteyi 470 gün kapatıp türlü sıkıntılar çektirerek ödetmişlerdi.
28 Şubatçılar ise—red cevabı alacaklarını bildikleri için olsa gerek—teklif getirmeye dahi gerek görmeden, Yeni Asya’nın üzerine gidiyorlar. Yeni Asya’ya verilen mahkûmiyetlerin perde gerisi de böylece aydınlanıyor.
(1.7.2001)
05.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|