Kısa bir süre yine birlikte olamayacağız. Ama köşe boş kalmayacak. Eski tarihli olsa da güncelliğini koruyan yazılara yer vereceğiz.
***
Türkiye’de her alanda yaşanan tıkanıklığın temelinde, herşeyi kendisine bağlayan alabildiğine merkeziyetçi, katı, kuşkucu, güvensiz ve o nisbette de hantal, şişkin, müsrif bir devlet yapılanması mevcut. Bu yapılanmanın temelinde ise, meşhur altı oktan biri olan “devletçilik” ilkesi yatıyor. “Ben devletim, ben ne dersem o olur” anlayışının kaynağı da bu ilke.
Dolayısıyla, ilkelerin tümünde halka tepeden bakan dayatmacı bir kafa yapısı kendisini gösteriyor. “Halkçılık” olarak adlandırılan ilkenin bile “halka rağmen halkçılık” yorumlarına konu olması bunun neticesi.
Sonuçta bu kafa yapısı, Türkiye’yi her alanda bir tıkanıklığa götürdü: Eğitimde, kültürde, ekonomide, sosyal hayatta, yönetimde, siyasette, bürokraside. Türkiye bütün bu ve diğer alanlarda halka güvenmeyen, devletçi, merkeziyetçi ve müdahaleci bir anlayışın sebebiyet verdiği sıkıntı ve bunalımları yaşıyor.
İhtiyacın en az iki katı memur çalıştırdığı halde, bu kadar memurla verilen kamu hizmeti halkı memnun ve tatmin edecek düzeyden fersah fersah uzak kalırken, devlet, istihdam ettiği bunca memura insanca yaşamalarına yetecek maaş vermekte de zorlanıyor.
En küçük işlerin dahi Ankara’dan çözülmesi, başkenti de, devletin taşra teşkilâtlarını da kilitliyor. Bu kilitlenme rüşvet ve iltimas gibi hastalıkları besliyor.
Asıl görevi “yasama” olan, ülkenin ihtiyaç hissettiği kanunları hazırlayıp çıkarmakla vazifeli olan milletvekillerinin bütün günlerini “iş takipçiliği” ile geçirmek durumunda kalmalarının önemli bir sebebi de bu.
Son günlerin en sıcak konularından sosyal güvenlik meselesindeki çöküş tablosu yine aynı hastalığın bir neticesi.
Toplayabildiği primleri dürüst bir emanetçi titizliğiyle muhafaza edip değerlendirmek yerine, israfçı yapısından kaynaklanan bütçe açıklarını kapatmak için kullanma işgüzarlığı işte bu tabloyu ortaya çıkardı.
Diğer taraftan, uyguladığı iç borç sistemiyle, zaten kendi eliyle zengin ettiği sermaye gruplarına, kıllarını bile kıpırdatmadan yattıkları yerden servetlerine servet katma imkânını bahşeden devlet, bunun giderek büyüyen maliyetini de halka yüklemeyi sürdürüyor.
İşte devletçilik ilkesi böylesine gayriahlâkî, hiçbir şekilde iyiniyetle ve dürüstlükle bağdaşmayan, aldatma ve sömürüye dayanan bir işleyişin aslî dayanağı.
Ama tıkanma öyle bir noktaya gelip dayandı ki, bu şekilde ite kaka gelen sistemin, artık böyle de yol almasının mümkün olmadığı görüldü. Böyle olunca da, iç borçlanma yerine dış kaynak arayışları yoğunlaştı.
Ama dışarının, sistemin köhnemiş takozlarına tahammülü yok. Yabancı sermaye “Senin bana engel çıkaran mevzuatını tanımam, Danıştay’ınla falan uğraşamam” diyor. Uluslararası tahkim meselesi buradan çıkıyor. Ve Türkiye—tıpkı çok partiye geçişte olduğu gibi—devletçiliği terke de mecburen razı oluyor. (20.7.1999)
31.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|