Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 31 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Ailede iletişim kopukluğu

Makul bir insanın rahat edeceği yerlerin başında aile yuvası gelir. Gerçekten insan, hakikî huzur ve saadeti evinde, yuvasında ve çoluk-çocuğu arasında bulur.

Bu kutsal kurumdaki huzur ve saadet, karşılıklı anlayış ile pekiştirilir. Bu yüzden söz konusu huzur ve saadeti gölgeleyecek her türlü yaklaşım ve davranıştan uzak durmak gerekir.

Kimi ailelerde hem hanımefendi, hem de beyefendi çalışmakta iken toplumumuzda genellikle iç işlerin bakanı ve sorumlusu hanımefendi; dış işlerin bakanı ve sorumlusu ise beyefendidir. Dolayısıyla her birey rolüne uygun ve muvafık davranmak durumunda ve bunu bir zorunluluk olarak algılamak mecburiyetindedir. Aksi takdirde sorun ve sıkıntıların sonu gelmez.

Sıkıntıya sebebiyet veren noktaların başında aile kurumunu oluşturan üyelerin birbirlerini dinlememeleri veya karşılıklı önyargıya kapılmaları hususu gelir. Oysa, karşılıklı dinleme ve anlama; en azından peşin hükümden uzak bir biçimde anlamaya çalışma pek çok yanlışı önler. Bundan dolayı, herkes kendisini muhatabının da yerine koyarak, hiddet ve duygusallıktan uzak bir şekilde onu dinlemeli ve anlamaya çalışmalıdır.

Bazen de–özellikle beylerin—aile fertlerine vakit ayırmaması, sevgisiz ve ilgisiz kupkuru bir ortamın oluşmasına sebebiyet vermekte ve huzursuzlukları beraberinde getirmektedir. Bilhassa, gereksiz bir biçimde eve geç saatlerde dönme alışkanlığı, aileyi derinden yaralamakta; özellikle çocukların başıboş ve sevgisiz kalmalarını netice vermektedir. Bu durumda bütün yük, ev hanımının sırtında kalmakta ve hayattan bezmesine neden olmaktadır. Üstelik, bu durumu beyiyle paylaştığında azar işitmekte ve yetki sorunuyla karşılaşmaktadır. Beyefendi, evin tek hâkimi, tek yöneticisi, tek sahibi, tek âmiri ve tek reisi olduğunu rahatlıkla söyleyebilmekte ve ‘işine karışılmamasını’ tehditle ileri sürmektedir.

Gerçekten, kahvehane köşelerinde vakit öldürüp eve geç gelme alışkanlığı hem ev hanımının, hem de çocukların maddî-manevî çöküntülerine sebebiyet vermektedir. Ayrıca bu alışkanlık, sahibini de mutlu etmemekte; aksine huzursuzluğuna huzursuzluk katmakta ve sağlığını bile tehdit eder hâle gelmektedir. Başta, masum gibi görünen ‘takılmalar’ zamanla ‘çok büyük’ kötü alışkanlıkları beraberinde getirebilmektedir.

Halbuki, gün boyu ev işleri ve çocuklarla uğraşmış olan hanımefendinin, beyefendiden destek görmesi, yalnızlığının paylaşılması, hal-hatırının sorulması en doğal beklentisidir. Bunu görmediği takdirde yaptığı işlerden zevk duymaya, hatta yaptıklarını angarya gibi görmeye başlar.

Öte yandan, mümkün olduğunca iş yeri problemlerinin eve taşınmaması; bitmeyen işlerin eve getirilmemesi tavsiye edilir. Eve, çoluk-çocukla ilgilenmek; onlara vakit ayırmak, beklentilerini karşılamak ve dolayısıyla huzur ve saadeti yakalamak için gelinmeli; aksi takdirde çocukların başarısızlığı dahil her türlü problem söz konusu aileyi bekler.

Aile yönetiminin karşılıklı anlayış ve istişareyle sürdürülmesi pek çok sıkıntının ortadan kalkmasını sağlar.

Hanımlar cânibinden olaya bakıldığında ise bazen, beylerin gereği gibi karşılanmaması, gerekli hazırlıkların yapılmaması, bir tebessümün dahi esirgenmesi beyleri rahatsız etmekte ve huzurlarını kaçırmaktadır. Oysa, eve yorgun-argın dönen beyefendinin en azından tebessümlü bir ‘Hoş geldin, kolay gelsin’ cümlesini duyması en tabiî hakkıdır. Böyle bir karşılama bütün yorgunluğunu unutturur. Özellikle, sabahleyin ailesiyle kahvaltısını yapıp güzel bir edayla uğurlanmışsa, bu durum beyefendinin başarısını katlayacağı gibi; huzur ve saadetini de ziyadeleştirir.

Ancak, hanımlar evlerin hizmetçileri değildir. Ağır yükleri ve sorumlulukları vardır. Rollerine uygun bir biçimde gördükleri hizmetler ‘hizmetçi’ olduklarını ortaya koymaz.

Maalesef, toplumumuzda genellikle terazinin kefesi hanımların aleyhine bozulmakta ve bir takım dengesizlik ve huzursuzluklar meydana gelmektedir.

Oysa, beyefendi ve hanımefendiler birbirlerini tamamlayan, birbirlerine destek veren, huzur ve sevinçlerini; keder ve sıkıntılarını paylaşan iki temel unsurdurlar…

Aile saadetini devam ettirmenin bir diğer yolu, her ailenin kendi ekonomik şartlarını ‘iyi’ bilmesi; gelir, gider ve ihtiyaçlarını beraber ve akıllıca ayarlamasıdır. Zorunlu olmayan ihtiyaçların–sırf gelenek ve görenekle—zorunlu gibi addedilmesi; aile bütçesini zorlayan bir takım harcamalara gidilmesi nice ocakların sonunu getirmiştir. Yorgana göre uzatılmayan ayağın, kışın soğuğuna maruz kalarak nice hastalıklara davetiye çıkaracağı bilinen bir gerçektir.

Her insan en güzel bir şekilde ve en üst düzeyde yaşamaya lâyıktır. Ancak, inkâr edilmeyen hayat gerçekleri karşısında bazı ‘ayarlamaların’ yapılması gerektiği de unutulmamalıdır.

Bu bakımdan hanımların beylerini gereksiz bazı harcamalara zorlamaları doğru olmadığı gibi; beylerin de dikkatsiz masraf çıkarmaları veya gereksiz ‘kısıtlamalara’ girmeleri yanlıştır. ‘İsraf’ tavsiye edilmediği gibi; ‘cimrilik’ de hoş karşılanmamıştır. Tavsiye edilen orta yoldur. Bu yüzden cimrilik ve tasarrufu birbirine karıştırmamamız gerektiği gibi; israf ve cömertliğin farklı şeyler olduğunu da unutmayalım.

Kısacası, aile mutluluğunu sağlamanın en önemli faktörü iletişimi kuvvetlendirmektir. Bu bakımdan, iletişimi engelleyen veya gölgeleyen her türlü unsuru ortadan kaldırmak aile kurucularının ortak görevidir.

Mehmet C. GÖKÇE

31.07.2007


CHP nasıl kurtulur?

Seçim sonrası CHP’yi kurtarma formülleri üzerinde duruluyor. Kimisi Baykal’ın istifasını, kimileri Mustafa Sarıgül’ün ya da Hikmet Çetin’in genel başkan olmasını, kimileri partinin adının değiştirilmesini CHP’nin kurtuluşu olarak görüyorlar. Bunlar sizce çözüm mü? Bana göre hayır. Çünkü CHP’de sorunun kaynağı kişiler değil, partinin bizatihi kendisidir. Onun yüzyıllık kötü sicilidir.

“Kaybedenlerin Efendisi” unvanı CHP’ye ne kadar da çok yakışıyor! Çünkü CHP kaybetmeye mahkûm. “Bu millet kendi ihtiyarıyla Halk Partisini iktidara getirmeyecek” müjdesine dayanıyor bu güvence. İttihat ve Terakki’nin yüzyıllık kötü mirasının altında ezilmişliğin sembolüdür CHP. “Devlet her türlü cefasın toplasın gelsin” diyen ünlü hürriyet şairi Namık Kemal şimdi yaşasaydı, o dönemde İttihatçılar için söylediği bu dizeleri şimdi CHP için söylerdi.

CHP’nin yüzyıllık kötü mirasını Bediüzzaman Said Nursî özetle şu şekilde tesbit ediyor: Halk Partisi, millet egemen bir yönetim yerine, bürokrasi-devlet egemen bir yönetim biçimi sergiledi. Yönetimi kolaylaştırmak için memurlarına ve bürokratlarına verdiği yetkiyle onları halkın üzerinde baskıcı ve totaliter konuma getirdi. İnsan hakları ve hukuk rafa kalktı. Hukuk devleti yerine keyfî yönetimler başladı. Halk bürokratlardan ve memurlardan, dolayısıyla CHP’yi vicdanından dışladı. Bediüzzaman bu konuda kendisini de örnek vermektedir. Tam 28 yıl süren bu yönetimi “kendinde olmayan” gazeteler de destekleyince, halkın öfkesi iyice arttı. Aslında buna benzer bir yönetim, CHP’nin de kökleri olan İttihatçıların da hatasıydı ve CHP o hataların da mirasçısı olarak görüldü. (Emirdağ Lâhikası-II, 4 Parti Tahlili, Yeni Asya Neşriyat)

Bediüzzaman’ın CHP’ye bakışı onun ortadan kaldırılması şeklinde değildir. CHP’nin öncelikle kötü sicilinden kurtulması gerekmektedir. Oy potansiyelinin % 80’nin sağa kaydığı bu ülkede CHP, gerçekten de yüzde 80’nin de taleplerine cevap verebilecek bir programa sahip olmalıdır. Ancak böylece ‘Halkçı’ olduğunu gösterebilir. Nitekim DSP Genel Başkanı Zeki Sezer bu gerçeği gördüğünden dedi ki; “Solun sorunu ‘inanca saygılı’ laikliği anlamaması…” (24 Temmuz tarihli gazeteler)

Sayın Zeki Sezer’in bu tesbiti çok doğrudur. Nitekim Halk Partisi’nin ‘40’lı yıllarda Genel Sekreterliğini yapan Hilmi Uran’a yazdığı mektupta, Bediüzzaman Said Nursî CHP’ye siyasî anlamda önemli uyarılarda bulunuyor ve bu ülkenin sosyolojik özelliklerine ve bireysel karakterine vurgu yapıyor. Bediüzzaman’ın Hilmi Uran’a yazdığı bu mektubu 3 noktada şöyle özetleyebiliriz: (Emirdağ Lâhikası-I, ‘Eski dâhiliye vekili, şimdi parti kâtib-i umumisi Hilmi Bey’ Mektubu, Yeni Asya Neşriyat)

1) CHP olarak başarılı olmak istiyorsanız, bu milletin sahip olduğu manevî değerlere de sahip çıkın. Çünkü bu milletin hayatı din ile kaim. Bu sahiplenme size hem doğuda ve hem de batıda sempati duyulmasını sağlayacaktır.

2) Kişilere dayalı ideolojik bir yapılanmayı savunmaktan vazgeçmeniz gerekir. Çünkü ideolojiler bu toplumu bölmekte, hâkim gücü elinde tutan azınlık, hakim ideolojiyi benimsemeyen çoğunluğa baskı yapmakta, bu da CHP’ye zarar vermektedir. Yakın tarihin hatalı, kusurlu ve yanlış icraatlar yapmış kişilerini savunmak anlamsızdır. Bu konuda CHP’yi siper olmaktan çıkarıp, milletin emrine verin. Bu bağlamda AKP’li Zafer Üskül’ün dillendirdiği sivil anayasa atılımı gerçekleşirse, buna en büyük desteği CHP vermelidir.

3) Siyaseti meşrû yollarla yapın. Demokrasinin kuralları içinde kalın. Bunu yapmazsanız, CHP her türlü gizli komitelerin, illegal örgütlenmelerin ve her türlü “Küfr-ü mutlakı, istibdad-ı mutlakı, sefahet-i mutlakı ve ehl-i namusun servetini serserilere ibâha etme” mesleğini savunan başıbozuk ve kural tanımaz insanların yuvası haline gelebilir. Hatta komünizm bile bu ülkeye CHP çatısı altında gelebilir. Bütün bunlar CHP’yi şaibeli kılar. Bu da CHP’yi meşrûiyet çizgisinden çıkarıp, halk nezdinde bitirebilir.

Sonuç: CHP 1930’lu yılların anlayışını terk etmelidir. Bu bağlamda, inançlarla örtüşen bir laikliği savunmalı, askerî vesayeti savunan görüntüsünü terk etmeli, demokratik teamülleri işletmeli ve 1945’li yıllardan bugüne değin geçen sürede değişimi doğru okumayı öğrenmelidir. Yine de zât-ı âlileri bilir.

B. Sait ÇİFTÇİ

31.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004