Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 31 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Bunları yapan, her türlü noksandan uzak olan o Allah'tır ki, toprağın yeşerttiklerini de, kendilerini de, kendilerinin bilmediği daha nice şeyleri de çiftler halinde yaratmıştır.

Yâsin Sûresi: 36

31.07.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Kadın geceleyin kocasının yatağını terkederse sabaha kadar melekler ona lânet eder.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 293

31.07.2007


Üç Aylarda Hizb-i Kur’ân ve Hizb-i Nûriye’yi okumak

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Hizbü’l-Kur’ânü’l-Muazzam’ın hem fevkalâde ehemmiyeti, hem faydaları, hem okumasında hiçbir vesvesenin gelmemesi, hem bütün Kur’ân’ın en sevaplı âyetlerini ihtivâsı, hem Risâle-i Nuriye’nin bütün esaslarını ve hakikatlerini cem etmesi, hem herkese, hususan her vakit bütün Kur’ân’ı okumaya fırsat bulamayan ve Hafız olmayanlara tamam Kur’ân’ın bir nümune-i kudsîsi, hem tamam Kur’ân’ın tevafuklu tabında bir misâl-i musağğarı ve müjdecisi, hem maddî ve lafzî ve manevî parlak bir i’câz göstermesi gibi pek çok hasiyetleri var ve bu şuhur-u mübarekedeki pek çok bereketlere ve Nurlara ve sevaplara medardır ve onun tab’ına ve neşrine çalışmışlara çok büyük hayırlar kazandırır.

Emirdağ Lâhikası, s. 34

***

Ben, namaz tesbihatının âhirinde otuz üç defa kelime-i tevhidi zikrederken, birden kalbime geldi ki: Hadis-i şerifte, “Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer.” Risâle-i Nur’da o saat var; çalış, o saati bul, ihtar edildi. Âdeta ihtiyarsız bir sûrette, Kur’ân’ın âyetü’l-kübrâsının iki tefsiri olan iki Âyet-i Kübrâ risâlelerinden mülâhhas tefekkürî bir tekellüm, tam bir saat devam etti. Baktım, size gönderdiğim Âyetü’l-Kübrâ risalesinin Birinci Makamın hülâsasından müntehap güzel bir sırrını hülâsayla, Yirmi Dokuzuncu Lem’a-i Arabiye’den müstahreç nurlu, tatlı fıkralardan terekküp ediyor. Ben, kemâl-i lezzetle, her gün tefekkürle okumaya başladım. Birkaç gün sonra hatırıma geldi ki: Madem Risâle-i Nur bu zamanın bir mürşididir, talebelerine bir vird-i ekber olabilir diye kaleme aldım.

Ve bütün risâlelerin hususî menbaları, madenleri olan binden ziyade âyât-ı Kur’âniyeyi, kendi Kur’ânımda, evvelce işaretler koyup bir Hizb-i Âzam-ı Kur’ânî yapmak niyet etmiştim.

Şimdi bu Hizb-i Âzam ve bu Vird-i Ekber, Risâle-i Nur mensuplarına bazı eyyâm-ı mübarekede okunması için bir zaman size de göndermek hakkınız var.

Kastamonu Lâhikası, s. 29

***

Bu Ramazan-ı Şerifte, Kur’ân ı zevk ve şevk ile okumak çok ihtiyacım vardı. Halbuki elemli hastalık, maddî ve manevî sıkıntılar, yorgunlukla ve meşgalelerin tesiriyle telaş ettim. Birden Hüsrev’in şirin kalemiyle yazılan mu’cizâtlı cüzler ve Hafız Ali ve Tahirî’ye pek çok sevap kazandıran parlak ve kerâmetli Hizbü’l-Ekber-i Kur’âniyeyi birbiri arkasından okumaya başlarken öyle bir zevk ve şevk verdi ki, bütün o yorgunlukları hiçe indirdi. Hiçbir vesveseye meydan vermeyerek pek parlak bir sûrette ders-i Kur’âniyeyi onlardan dinlerken bütün ruh u canımla arzu ettim ve kast ve azmettim ki, mümkün olduğu derecede aynı Hizbü’l-Ekber-i Kur’âniye gibi fotoğrafla mu’cizâtlı Kur’ân’ımızı tab edeceğiz, inşaallah...

Emirdağ Lâhikası, s. 217

Lügatçe:

Hizbü’l-Kur’ânü’l-Muazzam: 1-Zikir ve dua için Kur’ân’dan alınmış bir kısım âyetler. 2-Risâle-i Nur’da zikredilen âyetlerin bir araya getirilmiş hâli.

ihtivâ: İçerme.

cem: Toplama.

nümune-i kudsî: Kudsî bir örnek.

misâl-i musağğar: Küçültülmüş bir örnek.

i’câz: Mucizelik.

hasiyet: Özellik.

şuhur-u mübareke: Mübarek aylar, üç aylar.

medar: Sebep, vesile.

âhir: Son.

kelime-i tevhid: Tevhid kelimesi. “Lâilâheillallah Muhammedün Resûlullah” cümlesi.

mülâhhas: Kısaltılmış, özetlenmiş.

tekellüm: Konuşma.

müstahreç: Çıkarılmış.

terekküp: Oluşma, birden fazla şeyin birleşmesinden oluşma.

vird-i ekber: Büyük dua.

âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın âyetleri.

Hizb-i Âzam-ı Kur’ânî: Risâle-i Nur’da geçen Kur’ân âyetlerinin toplandığı eserin adı.

Hizb-i Âzam: Risâle-i Nur’da geçen Kur’ân âyetlerinin toplandığı eserin adı.

Vird-i Ekber: 1- Büyük dua. 2- Bediüzzaman Hazretlerinin Risâle-i Nur’daki iman hakikatlerinden çıkarıp özetlediği Arapça duâ metni.

eyyâm-ı mübareke: Mübarek günler.

Hizbü’l-Ekber-i Kur’âniye: Risâle-i Nur’da geçen Kur’ân âyetlerinin toplandığı eserin adı.

Bediüzzaman Said NURSÎ

31.07.2007


Müsebbib

Allah (c.c.), Müsebbib’tir. Yani her bir şeyin var olma sebebi, Cenab-ı Hakkın onu var etme irâdesi ve emridir. Sebepleri îcat eden, sebepleri faaliyete koyan, sebeplere tesir veren, sebeplerin sebebi ve bütün varlıkların müsebbibi Cenab-ı Haktır. Görünen zâhirî sebepler, perdeden başka bir şey değildirler. Perde arkasında, Cenab-ı Hakkın kudreti ve irâdesi hâkimdir.

Müsebbib ismi Hazret-i Ali’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği Cevşenü’l-Kebir’de zikredilen isimlerdendir.

Kaderin, sebeple sebebin sonucuna (müsebbep) tecellîsinin bir olduğunu, yani şu müsebbebin (sonucun) şu sebeple vukûa geleceğinin kader tarafından, “beraber” bilindiğini beyan eden Bedîüzzaman, Müsebbibü’l-Esbâbın (sebepleri de yaratan) Cenab-ı Hak olduğunu, bütün sebeplerin îcaddan ellerinin kısa olduğu ve yaratmaya karşı kudretsiz bulundukları anlaşıldığında Müsebbibü’l-Esbab’tan başka sığınak kalmadığının da idrâk edileceğini ve birlik içinde birlik sırrının böylece inkişaf edeceğini; tek bir “sebep ve sonuç”tan tecellîsini esirgemeyen Cenab-ı Hakkın bütün kâinattaki sebeplere ve sonuçlara da hâkim olduğunun böylece anlaşılacağını kaydeder.

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, sebeplerden yüz çevirmeli, doğrudan doğruya Müsebbibü’l-Esbaba dönmelidir. Kâinatta en küçükten en büyüğe kadar dikkatimize sunulan nizam ve intizam doğrudan Allah’ın kudretine bağlıdır. Cenab-ı Hakkın işine hiçbir tesâdüfün karışmasına imkân yoktur. Çoğu şeylerin sebepleri bir olduğu halde meydana gelme zamanının değişik olması Allah’ın irâdesini, meşîetini, irâdesinde bağımsızlığını ve ihtiyârının hiçbir kayıt altında olmadığını göstermektedir. Hiçbir şey tekdüze ve monoton değildir. Her şey, her an, her haliyle doğrudan Allah’ın bizzat kudret elindedir, her şey her hâlinde Allah’a muhtaçtır ve Allah’ın rubûbiyetine itirazsız ve kayıtsız boyun eğmiştir.

Bedîüzzaman’a göre, sebepler yalnız birer perdeden ibârettirler. İş gören sebepler değil bizzat ve bilfiil Allah’ın kudretidir. Her şey doğrudan Allah’ın kudretine bağlı iken araya sebeplerin konulması, Allah’ın izzet ve azametini insanların zâhir nazarlarından ve evhamlarından korumak içindir.

Fakat burada azamî dikkat etmeli, hakkı ve yetkisi olmadığı halde, böyle yalnız birer perde ve hedeften ibâret olan sebeplere yaratıcılık vasfı verilmemeli, gerçek etki sahibi oldukları zannedilmemelidir. Zîrâ Allah’ın tevhîd ve celâli bu yanılgıyı aslâ kabul etmemektedir. Çünkü bu yaklaşım, Allah’ın birliği esâsına zıttır. Binâenaleyh, Cenab-ı Hakkın izzet ve azameti sebepleri yalnız perde olarak gerekli kılmakta; fakat, tevhid ve celâli sebeplerin perde olmaktan öte, hakîki tesir sahibi zannedilmelerini aslâ istememektedir.

Bediüzzaman Saîd Nursî burada Hazret-i Azrâil’in (a.s.) bir hatırasını naklederek meseleye açıklık kazandırır: Kendisine ruhları kabz etmek vazifesi verilen Azrâil Aleyhisselâm, Cenab-ı Hakka demiştir ki, “Bu vazifeyi yürütürken Senin kulların bana küsecekler!”

Cenab-ı Hak “hikmet” lisânıyla ona şöyle cevap vermiştir: “Seninle kullarımın ortasına musîbetler ve hastalıklar perdesini bırakacağım. Kullarımın şikâyeti onlara gidecek; sana küsmeyecekler.”

Bedîüzzaman’a göre, nasıl hastalıklar ve musîbetler birer perdedirler; ecelde tevehhüm olunan fenâlıklara mercîdir. Ruhların kabzedilmesi ile ilgili Azrâil Aleyhisselâmın vazifesinde ise hakikî güzellik söz konusudur. Öyle de, Hazret-i Azrâil (a.s.) dahi bir perdedir, ruhların kabzında zâhiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münâsip düşmeyen hallere mercîdir. Azrâil Aleyhisselâm, o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlâhiyeye bir perdeden ibârettir. Ölümü yaratan ise, bizzat Cenab-ı Haktır.

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, her şeyin biri mülk, diğeri melekût olmak üzere iki ciheti vardır. Mülk ciheti aynanın renkli yüzüne benzer; bu yüzde muhtelif renkler ve tavırlar iç içe örülmüş vaziyettedir. Melekût ciheti ise, aynanın parlak yüzü gibidir. Varlıkların bu ciheti “iç yüzü ve hakîkat” tarafıdır, şeffaftır, parlaktır, aydınlıktır ve güzeldir. Sebepler mülk cihetinde vazifelendirilmişlerdir. Melekût cihetinde ise her şey, aracısız ve sebepsiz, doğrudan Allah’ın kudretine bağlıdır.

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsnâ)

31.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004