Dünyayı sevmenin ve ona bağlanmanın şimdiye kadar hiç kimseye kalıcı bir faydası olmamıştır. Büyük bir hırsla dünya makam ve mevkileri peşinde koşan insanlar, istediklerini nisbeten elde etmişlerse bile, ne yazık ki bunlardan doya doya faydalanma imkânları olmamıştır.
En başta, dünya hayatı kimse için devamlı olmamıştır. İstifade edilen nimetler ve lezzetler devamlılık isterler. Devamlı olmayanın sonucunda üzüntüler, elemler bulunmaktadır. Nitekim görüyoruz ki, bize bu dünyada verilen hiçbir şey sürekli değildir, her şeyin er veya geç bir sonu bulunmaktadır.
Bizler, bu devamlı olmayan, geçici olan istek ve arzulardan vazgeçmediğimiz müddetçe de hüzünlerimiz son bulmayacaktır. Nefsimizin dünyevî zevklerden vazgeçmeye niyeti olmadığına göre, o zaman bizler de üzüntülere, hayal kırıklıklarına hazır olmak zorundayız. Dünyanın çarkı böyle dönmektedir. Bu acımasız çarkların dişleri arasında ezilmemek için, nefsimizin sonsuz arzularının önüne geçmek zorundayız.
Bizi yaratıp, bu dünya hanında imtihana tabi tutan Rabbimiz, bizlerden nefsimizin arzularına uymamamızı istemektedir. Nefse uymanın korkunç sonuçları, nefsi alt etmenin güzel akıbeti bizlere duyurulmuş ve böylece imtihana tabi tutulmuşuzdur. Kazanmanın ve kaybetmenin yolları açık bir şekilde ifade edilmiştir insanlar için. Her şey ortadadır. Kimsenin imtihanda haksızlık edildiğini ifade edebilme imkânı bulunmamaktadır.
Hayatımızın her ânı içinden çıkılması kolay olmayan sırlarla doludur. Her ânın içinde üzüntüler olabileceği gibi sevinçler de yer alabilmektedir. Hayat, düşünüldüğü zaman derinliğine ulaşılması zor bir derya gibi karşımızda durmaktadır. Sadece dünyaya bakmakla, sadece hayatın dünyaya yönelik tarafını çözmeye çalışmakla işin içinden çıkmamız mümkün olmamaktadır.
İçimizdeki ene kendini bir şey sanıyor. Donkişot’un yeldeğirmenlerine saldırması gibi, problemlerin üstesinden gelmeye çalışıyor kendi kendine... İnsanın kendi kendini beğenmişliğinden kaynaklanan bu duygu, insanın başına olmadık belâ ve musibetler getiriyor. Buna rağmen nefis gerçeğe teslim olmak istemiyor, haltlar işlemeye devam ediyor emanet olarak bize verilen dünya hayatında...
Eğer dünya hayatının cazibesine kapılan nefsin yönlendirmelerinden yakamızı kurtarıp Rabb-i Rahimimize yönelebilirsek, huzura kavuşturan engelleri ancak o zaman aşabileceğiz. Bunu kendi hayatımızda yakaladığımız bazı huzur anlarından anlayabiliriz. Dünyayı bir kenara bırakıp ebedî hayata ulaştıracak nurlardan istifade ettiğimiz zamanların huzuru buna delildir.
Bir lezzetine mukabil olmadık karşılıklar isteyen dünyanın geçici cihetinin şimdiye kadar hiç kimseye kalıcı huzur ve saadet getirdiği vâkî değildir. Bu sebeple aklımız başımızda ise hiçbir sûretle dünyevî arzu ve isteklerimize güvenmeyeceğiz. Aklımız başımızda ise dünyanın bazen soldan, bazen de sağdan yaklaşan tehlikelerine karşı uyanık olacağız.
Dünyayı istemiyoruz gibi yapıp da din adına dünyanın bütün lezzetlerinden faydalanmalarımız da bizleri kandırmasın. “Müslümanlar da zengin olup, dünyanın zevk ve lezzetlerinden faydalansın” aldatmacası yakamıza yapışmışsa büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız demektir. Müslümanlar dünya hayatını zevk ve sefa içinde yaşamak için zengin olmamalıdırlar. Onlar Allah’ın rızasını daha fazla kazanmak ve bu yolda mallarını harcamak için zengin olmalıdırlar.
Müslümanlar dünyaya yönelik arzularını tatmin edebilmek için makam ve mevkilere talip olmamalıdırlar. Onlar bu makam ve mevkilere, Allah’ın rızasını kazanacak icraatlar yapabilmek için talip olmalıdırlar. Aksi takdirde hesap gününde bu dünyada elde edilenlerin hesabını vermek kolay olmayacaktır.
İçimizden geçen hatıraların en küçüğünü bile bilen “Alîm-i Külli Şey” olan Rabbimizden hiçbir şey gizleyemeyiz. O neyi ne için yaptığımızı, hareketlerimizdeki niyetimizi hiç eksiksiz bilmektedir. Hesap gününde itiraz edeceğimiz hiçbir şey olmayacaktır.
14.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|