Dünyanın geçici hadiselerinin ekser insanlarda basireti bağladığı zamanımızda, bizlerin, hayatımızın en ehemmiyetli meselesi olarak bildiğimiz imanî meselelerimizi ihmal edecek şekilde, günlük gelişmeleri fazlasıyla sohbet konusu yapmamızın ne kadar haklı gerekçesi olabilir acaba?
Önemli olan geçici fırtınalara kapılmamak ve ehemmiyetli gördüğümüz vazifelerimizi ifadan geri kalmamaktır. Yoksa, “her estirilen sun’î rüzgâra kapılmak” kabilinden sebatsız bir hayat tarzını kendimize rehber edinirsek, her zaman esas meselelerimizi ihmal eder, tâlî mevzularla hayatımızı boş yere harcamaya devam ederiz.
Bizler, yüz elimiz dahi olsa, hepsini uğrunda harcamamız gereken iman hizmetini kendimize meslek edinmişken, toplandığımız mekânlarda, günlük, geçici ve konuşulmasında önemli bir fayda mülahaza edilmeyecek gelişmeleri sohbetlerimize mevzû edinirsek ve bunun için münakaşalarla, boğuşmalarla zamanımızı hebâ edip, karşımızdaki insanların kalplerini kırarsak şüphesiz yanlış bir iş yapmış oluruz.
Oysa ki, bilhassa imanî ve de içtimaî meselelerin münakaşa şeklinde konuşulmasının, kimseye hiçbir faydası olmamaktadır. Böyle durumlarda taraflardan birinin kendi tezini başkasına kabul ettirmesi oldukça zordur. Burada yapılması gereken, istifade ettiğimiz imanî eserlerdeki imanî ve içtimaî meseleleri okumak, usûlünce anlatmak ve akıllara kapı açmaktır. Şüphesiz eğer bazıları akla hayat hakkı tanımayan tarafgirlik zaviyesinden meselelere bakmaya başlamışsa, artık onların rotasını düzeltmek kolay olmayacaktır. Çünkü böyleleri meydana gelen gelişmelere sathî bir nazarla bakmaktadırlar.
Geçen ömrüm boyunca, müzakere adabı içinde cereyan etmesi gereken meselelerin münakaşa şeklinde konuşulması neticesinde hiç kimsenin kimseyi iknâ edebildiğini hatırlamıyorum. Bu sonuçtan, hakikat namına gerçeklerin anlatılıp, bilhassa politik gelişmelerin tarafgirlik nazarıyla medar-ı bahs edilmemesi gerektiği anlamını çıkarmaktayım.
Bize sorulduğu takdirde, usulünce görüşümüz ile ilgili izahımızı yaptıktan sonra konuyu fazla uzatmamamız gerekir. Hele münakaşa zemininin oluşmasına katî bir sûrette meydan vermememiz gerekir. Çünkü bu zeminde oluşacak konuşmalardan bir netice elde etmek mümkün olmayacaktır. “Kardeşim, senin görüşün sana, benim ki de bana” deyip kestirmek ve ortak noktaları yakalayabileceğimiz daha önemli konuları sohbet mevzuu yapmak en akıllıca yol olarak görünmektedir.
Bizler asıl meselelerimizi bırakıp bütün zamanlarımızı günlük âfâkî konulara endekslersek, hem kendimize zarar vermiş oluruz, hem de kimseyi ikna etme imkânımız olmayacaktır. Kendimizi siyasetin kör dövüşü içine atmamamız gerekir. Hususan iman hakikatlerinin hiçbir zeminde ikinci plana düşürülmemesi gerekmektedir.
Bütün mesele bizlerin doğru bildiği fikrimizde sebat edip dışarıdan gelebilecek siyaset virüslerinin rotamızı şaşırtmasını önlemek olmalıdır. Meselelere yaklaşımımızdaki ciddiyeti doğru ortaya koyabilmemiz önemlidir.
Asıl meselemiz olan iman ve Kur’ân hizmetinin hiçbir sûrette zamanı geçmez ve ikinci plana düşebilecek bir konuma düşürülemez. Bundandır ki, bütün olaylara bakışımız iman nokta-i nazarında olmalıdır. Zira bizlerin her zaman Rabbimizi düşünmeye ve her zeminde emirlerini harfiyen yerine getirmeye ihtiyacımız bulunmaktadır. Bu şekilde davrandığımız takdirde, tâlî meselemiz olan siyasî yaklaşımlarımız konusunda da insanları ikna etmemiz çok daha kolay olacaktır.
İman ve Kur’ân meselesi dünya var oldukça ehemmiyetini kaybetmeyecek çok ehemmiyetli hakikatlerdir. Dünyaya bakan yönü ağırlıklı olan gelişmeler ise geçici ve ehemmiyetsizdir. Elimizde “Nur” gibi paha biçilmez bir değer vardır. Tarafgirliklerle siyasî topuzları nurlara tercih etmek bizim mesleğimiz değildir. Böyle bir durumdan Allah’a sığınırız. Rabbim bizleri Resûlünün (asm) nurlu yolundan ayırmasın, siyasetin kalbleri ifsat, akılları geveze eden yönünden bizleri muhafaza etsin.
06.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|