Karıştırılan kavramlar
Toplumumuzda, karıştırılan önemli kavramların başında teknik deyimiyle “efal-i mükellefin”, yani yükümlülük sahibi olan kişilerin yaptığı işler gelir. Bazen, farz ile sünnet; bazen mekruh ile haram, bazen de caiz ile vacip birbirine karıştırılır ve çok ilginç durumlar meydana gelir.
Hiç unutamadığım bir hususu sizlerle paylaşmak istiyorum. Şöyle ki: Günün birinde çok değerli bir tıp doktoru misafirim vardı. Bilimsel bir konu etrafında görüş alış verişinde bulunuyorduk. Bir ara, “yatsı namazını kılalım mı?” diye sordum. “Hayır, şimdi kılamam; benim bu odada namazım caiz değil” karşılığını verdi. Sebebini sorduğumda odanın batı duvarında asılı duran Fatih Sultan Mehmed’in çevre etiği ile ilgili bir fermanını işleyen ve zemininde silik bir halde alt fon olarak Fatih’in portresi bulunan levhayı gösterdi. Bunun üzerine sevgili dostuma –yarı esprili- şunları söyledim, dedim ki:
Her şeyden önce gösterdiğin levha fotoğraf değil; fotoğraf dahi olsa tam boy değil; tam boy dahi olsa kıble yönünde değil; kıble yönünde dahi olsa tam önümüzde değil.. Kaldı ki, önümüzde bile olsa sonuçta mekruh olur.
Şüphesiz, bunları söylerken mekruhu küçümseme niyetiyle söylemiyorum. Ancak bilinmesi gereken bir husus şu ki: Her eylemin kendine özgü bir özelliği, yapısı ve hükmü vardır.
Bu yüzden yükümlülerin yaptıkları fiilleri beraber hatırlayalım, istedim. Yukarıda da değindiğim gibi, ilmihâl kitaplarında bu konu ef’al-i mükellefin başlığı altında incelenir.
Ef’âl “fiil”, mükellefin de “mükellef” kelimesinin çoğuludur. “Teklif” mastarından türetilmiş olan bu kelime “yükümlülük sahibi kişi” anlamındadır. Literatürde: “İslâmî emir ve yasakların muhatabı olan ve bunlara uymakla yükümlü bulunan kimse” demektir.
Yükümlülerin yaptıkları bu işler başlıca sekiz tanedir: Farz, vâcib, sünnet, müstehab, mübah, haram, mekruh ve müfsid.
Sabit oluş durumu ve ifâde ettiği anlamı kesin olan delillerle Allah veya Resûlünün emrettiği fiillere farz;
Farzla sünnet arasında kalan ve amel bakımından farz gibi kabul edilen emirlere vacip;
Hz. Peygamber’in söz, fiil, iş ve takrirlerinden oluşan güzel ahlak ve amele dair hususlara sünnet;.
Hz. Peygamber’in bazen işleyip, bazen terk ettiği, alim ve salih insanların sevip işlediği ve rağbet ettiği işlere müstehab;
Yükümlünün yapıp yapmamakta serbest bulunduğu işlere mübah;
Yasaklanmış olan ve terk edilmesi istenen şeylere haram;
Yapılması hoş karşılanmayan ve yapılmaması tavsiye edilen hususlara mekruh;.
Başlanan bir ameli bozan ve iptal eden kimseye de müfsid adı verilir.
Çok kısa bir özetini vermeye çalıştığım bu bilgilerden anlaşılıyor ki, her bir eylemin kendine göre bir hükmü ve özelliği vardır.
Şu hususu yapmak mubahtır ya da caizdir, ifadesini duyduğumuzda; bunun “yapılabilecek” özellikte bir iş olduğunu anlamamız gerekir. Yoksa, “yapılabilen”e “yapılmalı” gözüyle bakarsak yanlış yaparız. Veya mekruh bir işi yapana “haram işledi”, “dinden çıktı” nazarıyla bakarsak çok garip bir tavır sergilemiş oluruz. Elbette, hiç kim- senin en ufak bir mekruhu dahi işlemesine gönlümüz razı olmaz. Herkesin asude ve tertemiz bir hayat yaşaması başlıca temennimizdir. Ancak, her temenni edilene ulaşılamadığı bilinmesi gereken bir vakıadır.
Hatta, günlük konuşmalarımızda dahi bazen benzer garipliklerle karşılaşmaktayız. “Ödevini yarın da yapabilirsin” cümlesi, herhalde bir ruhsat niteliğini taşımaktadır. Yani, “en doğrusu bugün yapmandır, ama rahatsız isen veya bir engelin varsa yarın da yapabilirsin” demektir.
Şu halde, biz tavsiyeleri emir ya da yasak olarak telakki etmemiz gerekmediği gibi; “olabilir”leri de “olmalı”, “yapılmalı” şeklinde değerlendirmemeliyiz.
Tabii ki, tavsiyelerin çok büyük önemi vardır ve prensip olarak gereğini yapmamız en doğrusudur. Ancak, ifade etmek istediğimiz, her hükme ait değerin iyi belirlenmesidir.
Kavramları karıştırmamamız dileğiyle…
|