Gelinen noktada siyasî tablonun şekillenme süreci hâlâ tamamlanmış değil. Tamamlanması için yeni hükümetin ortaya çıkması ve Çankaya seçiminin sonuçlanması gerekiyor.
Yeni yapıyı oluşturacak dengelerin köşe taşları, 27 Nisan’dan bugüne yaşanan gelişmelerle örüldü. 27 Nisan e-muhtırası, Anayasa Mahkemesinin 367 kararı ve Başbakanla Genelkurmay Başkanı arasındaki Dolmabahçe görüşmesi, bu dengenin devlet cenahındaki belirleyici etkenleri olarak AKP’nin hareket alanını ve sınırlarını tayin ederken, 22 Temmuz’da sandıktan çıkan sonuç da halkın iradesini gösteren bir “karşı denge unsuru” olarak denklemdeki yerini aldı.
Göründüğü kadarıyla Erdoğan, bu dengelerin optimum kesişme noktalarını gözetip kollayan bir strateji uygulamanın gayreti içerisinde.
AKP’nin Meclis kadrosunu yarı yarıya yenilemesi ve bunu, millî görüş kökenli veya cemaat bağlantılı isimlerin çoğunu tasfiye edip, yerlerine demokrat, orta sağ veya orta sol tandanslı isimleri getirmek suretiyle yapması; ardından Meclis Başkanlığına Köksal Toptan gibi demokrat misyon kökenli bir ismi seçtirmesi anlamlı.
Yeni hükümetin de bu yönelişi tamamlar nitelikteki bir kompozisyonla oluşturulacağı yönünde tahmin ve beklentiler var. Sonuç da bunları doğrularsa, Erdoğan’ın hesabının, millî görüş gömleğini çıkardığı ve merkeze iyice yerleştiği iddiasını daha kuvvetli bir şekilde seslendirebilmek olduğu yönündeki değerlendirmeler teyid edilmiş olur.
Peki, Gül’ün cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesi bu stratejiyle ne ölçüde örtüşüyor, veya daha doğru bir ifadeyle, örtüşüyor mu?
Burada karışık ve izahı zor bir durum var.
Bir yoruma göre, Erdoğan Gül’ün adaylığına eskisi kadar sıcak ve istekli değil. Nitekim seçimden sonraki beyanlarında, adaylık takdirini Gül’e bırakıp, dolayısıyla ondan “feragat” beklediği yorumlarına kapı açan daha mesafeli ve temkinli bir tavır sergilemesi bunu gösteriyor.
Ne var ki, Gül’ün ısrarına karşı çıkması da gerek parti dengeleri, gerekse toplum psikolojisi açısından kolay birşey değil. Bu yüzden, kendisini geçen seferki gibi kamuoyu önünde açıktan angaje etmese dahi, kapalı kapılar ardında “Adayımız” dediği Gül’ü aday gösteren dilekçeye de ilk sırada imzasını koymak durumunda kaldı. Ancak “Karar Gül’ün, sorumluluk da onun” sözüyle konulan ihtiyat kaydını mahfuz tutarak...
Diğer yorumda ise, AKP’nin yeni Meclis grubunu ve yeni hükümetin yapısını “devlet”in taleplerine göre şekillendirmek suretiyle oluşan durumu, Gül’ü Köşke çıkararak dengeleme hesabının yapıldığı yönünde görüşler seslendiriliyor.
Bu da akla ve vâkıaya çok uzak görünmüyor. Hele 27 Nisan sürecini başlatarak siyasete müdahale eden siyaset dışı aktörlerin, 22 Temmuz’da sandıktan çıkan sonuca karşı yeni müdahaleleri göze almasının zorluğu ortadayken.
Dolayısıyla Gül’ün Çankaya'ya çıkmasını engellemek için yeni atraksiyonlar sergilenmesi ihtimali, 22 Temmuz öncesine kıyasla çok düşük.
Buna mukabil, Gül’ün cumhurbaşkanı olduktan sonra “ilkelere sözde değil, özde bağlı” olduğunu ispatlama yolunda nasıl bir “performans” göstereceği ise süreç içinde belli olacak.
Ne diyelim? Hayırlısı olsun...
16.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|