Tuz bozulunca yapacak bir şey yoktur. İş tuzun bozulmasına kalmasın. İşte tuzun da bozulduğunu ifade eden şarkı sözlerinden birisi de ‘yolcu sarhoş, hancı sarhoş’ ifadesidir. Yolcuları uyandırmakla mükellef olan hancının da sarhoş olması artık düzenin bozulduğunun bir habercisidir. Kadın meselesinde de İslâmî camianın anlayışı ve düzeni bozulmuştur. Maalesef duyarlılık veya hassasiyet artık yerlerde süründüğü için kutsala hürmet konusunda takınmamız gereken hassasiyeti bize başkaları hatırlatılyor. Sözgelimi: “İç çamaşırı fetvacısı’ başlıklı yazısında Ahmet Hakan hem nalına hem de mıhına vururcasına İslâmî kesimlerde ve dergilerinde ‘bâtılı tasvir safi zihinleri idlâl ve ifsat eder’ fetvasınca iç çamaşırları tartışmasını gündeme getiriyor. İslâmî camia ile ilişkilerinde ‘outgoing olmuş’ bir yazar “ongoing” zevata hadlerini hatırlatıyor. Bakın ne yazıyor: “Kendisini ‘İslâmcı’ diye nitelendiren bir derginin ‘İslâmcı’ bir yazarının ‘türban’ ile ‘g-string’ sözcüklerini yan yana getirmesi karşısında en azından ‘bre edepsiz’ diye kükremek gerekirdi... “Ne yazık ki; ölü veya sarhoş olmuş hancı ses vermez. Ahmet Hakan yolcu ise; köşelerinde başörtüsünün mahiyeti şer’iyyesini tartışmak yerine iç çamaşırlarını tartışanlar hancı olsalar gerek. Hancıyı uyandırmak da galiba yolcunun nasibine düştü. Hakan’ın sözünü ettiği dergi ilk sayısında ‘Çankaya da halkın Kâbe de halkın’ diye bir absürd bir başlık atmıştı. Başörtüsüne ve iç çamaşırlara da bu zaviyeden bakıyorlar. Helâl olsun bu ceditçi İslâmcılara. Gerçekten tuz da bozulmuş, hancı da sarhoş olmuş. Avam sarhoş olduğu gibi onlara rehberlik etmekle mükellef ve yükümlü zevat da aynı illetten nasiplerini almışlar.
***
Sözgelimi benim de zaman zaman mutedil bulduğum Yusuf el Karadavi de benzeri çağdaş belvalardan kendisini kurtarabilmiş değil. Kardavi kadının kariyer ve kendisini ispat için (ihtiyaç dışı) çalışabileceğini öngörmektedir. Bu durum, içtimai açıdan hiç de özendirilebilecek bir durum değil. Ebu’l Hasan en Nedevi’nin de çeşitli kitaplarında ifade ettiği gibi kariyer hastalığı sosyal bir illettir. Bu hastalık, ‘edebiyat edebiyat içindir’ tezini savunanların hastalığıdır. İnsanla “mânâ-yı harfî” ilişkisini ters boyutta okumaktır. Profesyonelliktir. Bir yazarın ‘bu kadar kitabı yazmak için nasıl vakit buluyorsunuz’ şeklinde bir okurun sorusu üzerine sözkonusu yazarın: “Bu bizim işimiz’ demesine benziyor. Profesyonellik bazen ihtiyaç dışı bir alanın adıdır ve ihlâsın kırılması noktasıdır. Halbuki erkek ailesine bakmak veya toplumu için çalışır. Kadın ise toplumu için çalışabilir ve ayrıca zaruri durumlarda ailesinin geçimi için de çalışabilir. Ama onun dışında kendisini tatmin için keyfî çalışmaya başladığında işin mahiyeti değişir ve bu modernizme dönüşür. Çeşitli sosyal hastalıklar üretir. Evliliğin dışında paralel ilişkiler gelişir. Zaten şimdi Abdulaziz Bin Osman Tuveyciri gibiler (El İctihad ve’t tahdis Fi’l İslâm kitabının yazarı) hayatı modernize etmek için içtihad ve fetva kurumundan medet umuyorlar. İçtihad ve fetvayı modernizmin aracı olarak kurguluyorlar. Bu durumda Kardavi’nin yaklaşımı da aynı bağlama girmektedir. Yani tuhaf bir durumla karşı karşıyayız. Fetva hayatı İslâmîleştirmek için verilir. Günümüzde ise gayri meşru hayatı meşrulaştırmak veya İslâmîleştirmek için verilir oldu. İçtihad bir anlam kaymasına uğradı. Liberallerin silâhı haline geldi.
***
Bir başka misâl de Taha Cabir Alvani’den. Aynen kadının imameti konusunda Ali Rıza Demircan Hoca veya benzerleri gibi konuşuyor. Alvani kadının imametini engelleyen bir icma olmadığını savunmaktadır. ‘Cumhuru ulema’ terimine de itirazları var. Bu kavramlar dinî baskı aracı olarak kullanılıyorlarmış. Tahranlı molla veya İran’ın 15 büyük ‘ayetullah’ından birisi olan ve kendisinden ‘kadınların müctehidi ‘olarak da bahsedilen Saanei, İngiliz Telegraph gazetesine verdiği mülakatta “Kadınlar da camide namaz kıldırabilir” diye konuşmuş. Bu noktada da kalmamış ve cumhurbaşkanı olmaktan maada Hamaney veya Humeyni gibi dini rehber olabileceğini de onaylamaktadır. Mısır’da da Muhammed Gazali kadının devlet başkanı olabileceğini öngörmüştü. Muhammed Selim Avva ise hilafet devletinde değil ama bugünkü ulusal devletlerde kadının devlet başkanı olabileceğini öngörmektedir. Bunda dinen bir sakınca görmüyor.
Saanei’ye göre, İslâm milliyet, ırk ya da cinsiyet ayrımı yapmazmış. Burada ayrım değil fıtrata uygun işbölümü var. Dolayısıyla yaklaşım sapması sonuç sapmasını da beraberinde getiriyor. Ve göreve bağlı mahremiyet alanları var. Kadını devlet başkanı yaptığınızda bütün kadınların karma ortamlarda çalışabileceğini onaylamış olursunuz. Bu durumda da ihtilat hâli için Mısırlı hocalar gibi süt kardeş olsunlar diye fetva vermeye başlarsınız. Eğri kazığa eğri tokmak. Devlet başkanı en tepede halvet halinde olursa altındakiler niye olmasınlar? İstisnai Ümmü Varaka olayından yola çıkanlar meseleyi tamim ediyorlar. Halbuki bunlar istisna. Bir hastalıktan dolayı Abdurrahman İbni Avf’ın ipek elbise giymesine benzer. Bu konuda peygamberimiz kendisine istisnai bir ruhsat vermiştir. Bu örnek nasıl tamim edilemezse Ümmü Varaka meselesi de aynen tamim edilemez. Kopyalanamaz. Edenler Emine Vedut’un imamlığının hayrını görsün. Sahi bizim yazarlarımız neden örtünmekten ve kapanmaktan bahsedecekleri yerde açık alanları ve iç çamaşırlarını yazıyorlar. Kanaatimce, kadının imameti meselesiyle başörtüsü yerine g-string tartışması aynı kapıya varır.
17.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|