Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 10 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Mustafa ÖZCAN

Dini toplumdan ayırmak



Kiliseyi devlet organlarından ayırmaya ve ikili sisteme biz laiklik diyoruz. Dinin devletten ayrılması, kısaca laiklik olarak tanımlanıyor. Bir de bunun soyyolojik boyutu var. Yani dini toplumdan ayırmak. Buna da sekülarizm deniliyor. Papa 16’ıncı Benediktus’un ifadesiyle, pratik ateizm. Faslı düşünür Muhammed Abid Cabiri ‘özde veya samimiyetle’ köşesinde (el Mecelli: 1425, s: 11) laiklik kavramının kurumsal anlamda İslâm’da bir karşılığının bulunmadığını ifade ediyor. İslâm’da, alimler veya fakihler olsa bile, onların kurdukları veya oluşturdukları müstakil ve kendi başına dinî bir yapı ve kurum yok. Kilise veya benzeri dinî teşekkülleri ve kurumları yok. Ulema, ya devlet çatısı altında faaliyetlerini sürdürmüş, ya da ferdî olarak devlet katında dinî ve ahlâkî sapma olduğunda tevcih, nezaret, ihtar ve ikaz görevini deruhte etmiştir. Bunun dışında din adına bir kurum kurma ve bunun vasıtasıyla toplumu yönetme diye bir görev ve istekleri hiç olmamıştır. Sadece kuralların uygulanıp uygulanmamasına nezaret etmişlerdir. Esasen İran’da Şeriatmedari ve Muntezari’nin yaklaşımları da buydu. Bu hususta velayet-i fakih doktrini bir istisnadır ve bu da İran’a veya Şia’nın bir anlayışına özgü ve özeldir. Velayet-i fakih kavramı günümüzde kısmen de olsa imametin yerini almıştır. Dolayısıyla, kurumsal olarak laikliğin zemini ve karşılığı olmayan bir atmosferde, laikliğin tatbiki başka bir mecra kazanmaktadır. Muhammed Abid Cabiri’ye göre, bu mecra, dini toplumdan ayırmak ve sekülerize etmektir. Laiklik tatbikatı karşılığını bulamayınca, sekülarizme insiraf etmektedir. Dolayısıyla İslâm dünyasında laiklik namına yapılan tatbikat ve uygulamalar sekülarizm mânâsına gelmektedir. Bu da toplumla İslâm arasına perdeler ve engeller koymaktadır. Bu hususta Cabiri şu tahlili yapmaktadır: “Laiklik din ile devlet ilişkilerini birbirinden ayırmak ise; Kilise’nin olmadığı bir toplumda bu ayrıma çağırmak, kastedilmeyen bir şeye evrilmektedir: Dini toplumdan ayırmak. İnsanları dinden tecrit etmek. Halbuki bu kesinlikle laikliğin anlamları arasında yoktur. Laiklik dindarlığın zıddı değildir. Hatta laikliğin daileri ve propagandistleri ve taraftarları bile bunu iddia edemezler. Ve laiklik akılcılık anlamında ise, İslâm da aklı tatil etmez ve onu devredışı bırakmaz. Hatta aksine aklı hakem kılar....” Tarihî seyrin ve ihtiyacın dışında, yukarıdan inme ile dayatma yoluyla tatbik edilen bu kavram, bilmecburiye anlam kaymalarına uğramıştır. Laiklik adı altında İslâm toplumlarını sekülerleştirmiş ve sosyolojik altyapıyı tahrip etmiş ve çökertmiştir.

***

Dolayısıyla, laiklik kavramı, aslî bağlamının dışında kullanılmış ve suistimal edilmiştir. Laiklik teknik bir mesele ise, sekülarizm sosyolojik ve hatta ideolojik bir kavramdır. Türkiye’de uygulanan da, laiklik adına, zorakî ve cebrî bir sekülerleştirmedir. Bu toplumu dünyevîleştirme anlamında dönüştürmedir. Bu bağlamda, İslâmîleşme veya İslâmîleştirmenin zıddı ve tezadı laiklik değil, sekülarizasyondur. Zaten, tatbikat itibarıyla laikliğin İslâm dünyasında altyapısı olmadığından, bu anlam otomatik olarak sekülarizme intikal etmektedir. Ve laiklik adına sekülarizasyonun tatbikatı İslâm toplumlarında gerilim ve kutuplaşmaya neden olmaktadır. Halbuki laiklik kutuplaşma için değil, kutuplaşmayı kaldırmak için vazedilmiştir. Teknik bir meseledir.

***

Haricilerin, İslâm’ı anlamada guluv ve aşırılık içine düştükleri gibi, Cabiri, kimi laiklerin de laikliği anlama ve uygulamada aşırılığa düştüklerini ve bu kavramlar etrafındaki sürtüşmelerin ve kutuplaşmaların İslâm dünyasını kilitlediğini hatırlatmaktadır. Bu itibarla, esasen ılımlı veya mutedil İslâm laikliğin değil, sekülarizmin karşılığıdır. Ama bugün, ılımlı İslâm kisvesi altında anılan kimi İslâmî şahsiyet veya hareketler, derinden derine sekülarizm akımına güç veriyorlar. Sözgelimi, 1992 yılında Cezayir’de demokrasi kesintiye uğradığında, seçimlerin ikinci turu iptal edildiğinde, Türkiye’de Nilüfer Göle gibi isimler, kadın hakları adına laiklik ve modernizm adına Cezayir’deki darbeci sürece sahip çıktıklarını ve destek verdiklerini görüyoruz. Günümüzde ise, bu isimlerin, dönüşen ve değişen İslâmî kökenden gelme partilerin neredeyse teorisyeni, akıl hocası ve akildanesi haline geldiklerini görüyoruz. Kim değişti? Onlar mı İslâmlaştı, yoksa İslâmî bir kökenden gelenler mi sekülerleşti?

Her şey meydanda…

10.08.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (09.08.2007) - Teokrasi ve esleme

  (08.08.2007) - Türkiye ne Almanya, ne Malezya

  (07.08.2007) - Yeşil devrim mi, ılımlı İslâm mı?

  (06.08.2007) - Kültürel devrim

  (05.08.2007) - Pozitivizm ve yağmur duâsı

  (03.08.2007) - Kuruyan manevî ve fizikî iklim

  (02.08.2007) - Değişimin aracı olarak kadın

  (01.08.2007) - Eski ve yeni Erdoğan

  (31.07.2007) - Sosyal dönüştürücü

  (30.07.2007) - Laikliği kollamak, dini sollamak

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri