Türkiye ve İslam dünyasında laiklik tartışmaları dinmek bilmiyor. Bunun temel nedeni laiklik meselesindeki bulanıklıktır. Nedeni de, İslam dünyasında laiklik kavramının tam karşılığının olmamasıdır. Tarihi, sosyolojik ve aktüel zemini bulunmuyor. Ama sekülerizmin bir karşılığı var. Zaten laikliğin gerçek karşılığı bulunmadığından laiklik sekülarizasyon mecrası kazanıyor ve İslam toplumunu bu kavram altında cebri bir şekilde dünyevileştiriyor. Bizde laiklik dini değerlerin yasaklanması ve sekülarizasyon manası kazanmıştır. Zira Batı’daki sosyolojik temelinden mahrumdur. İhtiyaçtan hasıl olmadığı için tarihi bir vetire kazanmamış ve yukarıdan inme bir şekilde topluma dayatılmıştır. Batı’daki gibi sosyolojik bir temeli olması için bir Kilise’nin veya en azından Kilise kurumuna benzer dini bir yapılanmanın olması gerekirdi. Yani laikliğin olması için Kilise ile dünyevi veya zamani iktidar tezadının ve çekişmesinin olması iktiza ederdi. Bir de diğer dini topluluklara (varsa) hakkı hayat tanınmaması gerekirdi. Belki bir anlamda ilmi inkişafa mani olması da gerekçe olarak ileri sürülebilir. Laikliği zorunlu kılan saikler bunlardı. Bu bağlamda, meşhur Faslı Düşünür Muhammed Abid Cabiri, el Mecelle dergisinde yazmış olduğu bir makalede İslâm dünyasında zemini olmayan laikliğin İslâm toplumlarına geçirilmiş bir deli gömleği olduğunu söylüyor. Bu kavram kullanılarak İslâm toplumları devşirilmiş ve dönüştürülmüştür. Laiklik için uygun bir zemin olmayınca bu defa laiklik kavramı toplumun sekülerleştirilmesi ve dünyevileştirilmesi ile dini değerlerin dışlanması ve dini kurumlara baskı aracı haline gelmiştir. Aşağı yukarı İslâm dünyasında yüz yıla yakın uygulanan laiklik modelleri de bu yorumu haklı çıkarmaktadır. Zihin kaymaları ve akıl tutulmalarından birisi de AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Franco Frattini’nin seçimler sonrasında Türkiye’ye dönük olarak sarf ettiği ‘laik azınlık’ vurgusudur. Güya İslamcı hükümetten laik azınlığa karşı adilane muamele beklemektedir. Frattini bu ifadesiyle ‘laik azınlığı’ korunması gereken dini bir azınlık olarak görmektedir. Halbuki laik azınlık için ideolojik azınlık tabirini daha önce duymuş olmakla birlikte dini azınlık tabirini ilk defa hazrete borçlu durumdayız. Bu durumda masonlar veya buna benzer teşekküller veya topluluklar laik dini azınlıklar kategorisine veya tasnifine girmiş oluyor. Hele bakın şu işe!
***
Fransız İhtilal-i Kebiri’nden beri İslam tarihi bir sekülerleşme tarihidir. Bu tarih içinde bazı parantez dönemler olmuştur. Bu bağlamda kapitalizmin anahtar kavramı olan ‘infitah/açılma’ ile birlikte 1980’li yıllara damgasını vuran ve tedavülde olan bir başka kavram vardı. Esleme/İslamileştirme. Aslında bu büyük bir proje idi. Bu projeyi nazari olarak ilmi mahfillere taşıyan İsmail Raci Faruki oldu. Merhum Filistin’li profesör sosyal ilimlerin İslâmileştirilmesi kampanyası başlattı. Bunun için mevsimlik bir dergi de kurdu. Aslında pozitif veya müspet ilimler Bediüzzaman’ın da ifadesiyle duruşlarıyla yaratıcılarını yani Allah’ı anlatırlar. Bunların analiz ve yorumlanması ise sosyal ilimlere girer ve yine bu ilimler Fransız Devriminden itibaren hakim bir cereyan olan pozitivizm merceğinden yorumlanmıştır. Laiklik süreci bize nasıl anakronik bir zeminden gelmişse ilim ve din çatışması da öyle bir zeminden gelmiştir. Tevrat kaynaklı ve modern ilmin verileriyle kesinkes ters düşen ve çatışan önkabuller nedeniyle niza-ı ilmu din (din-ilim çatışması) İslâm alemine de aynı zemin kaymasıyla intikal etmiştir. Merhum Faruki ve arkadaşları bu süreci tashih etmek istemişlerdir. Bunun ötesinde, 1980’li yıllarda Malezya ve Pakistan gibi ülkelerde devlet ve hükümet düzeylerinde de ‘Esleme/İslamileştirme’ kampanyaları açılmıştır. Ama hemen hemen hepsi akamete uğramıştır. Ziya ul Hak 1988 yılında muhtemelen Amerikalılarca şehit edildi. Malezya’daki İslamileştirme programının başında olan Enver İbrahim Milli Görüş’ten ayrılan Yenilikçi kanat gibi dönüştü ve sekülerleşti ve Mahatır Muhammed onun Amerikan çerçeveli küreselleşme yandaşlığı yanında daha yerel ve daha muhafazakâr kaldı. Yine teorik zeminde İslâmileştirme projesinin başında olan İsmail Raci Faruki eşiyle birlikte 1986 yılında evinde hunharca şehit edildi. Ve muakkipleri, halefleri olan Taha Cabir Alvani gibiler 11 Eylül rejiminden sonra tamamen dağıtıldılar. Bir şekilde sürüldüler. Birer ikişer baskılar nedeniyle ABD’den ayrılmak zorunda kaldılar. Zira, İslâm’a karşı yeni bir tür Mcchartizm hortlamıştı. Böylece proje hızını ve istikametini kaybetti ve süreç tamamen kontrolden çıktı. Elbette süreç içinde kimi aktörlerinin yanlışlarından da bahsedilebilir. Zira deneme aşamasındaydı.
***
Salahaddin Kocakaptan’la Hilal TV’de yaptığımız programda da ifade ettiğim gibi, aslında Faruki, Gazali gibi yeni bir tahlil ve ayıklama sürecine girmek ve kapsamlı bir gözden geçirme ameliyesi yapmak istiyordu. Külli bir ihyacı bakış açısına sahipti. Ömrü vefa etmedi. Eski İslamcılardan olan Enver İbrahim de AKP’nin zaferini değerlendirirken: “Laik Türkiye’yi İslam’ın yükselmesinden dolayı değil de demokrasinin gelişmesinden dolayı gıptayla izliyorum’ demiş. Aslında laik kesimler boşuna kaygılanıyorlar. ABD’nin sözlüğünde Ilımlı İslam her ne kadar laik İslam olmasa bile seküler İslam’dır. Bunda hiç hilaf yok. Fark şu kadar ki, birisi aynı amaçlara devrim yoluyla ve üst düzenlemeler yoluyla diğeri de evrim yoluyla ve içselleştirerek ulaşmak istiyor. Bütün bu kavganın nedeni bu. Aslında gerçekte sosyolojik ve tarihi zeminden yoksun olan Müslüman laikler de toplumda karşılığı olmayan bu kavramı tatbik etmek yerine Müslüman toplumları zorla sekülerleştiriyorlar. Ve bununla da laiklik yaptıklarını zannediyorlar. İslam dünyasındaki laikleştirme süreci Batı’dan menkul anakronik bir süreçtir.
09.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|