Stratejist Nejat Esslen Paşanın bugünlerde kafası karışık olmalı. AKP’nin 22 Temmuz seçimlerinde almış olduğu zaferi ‘yeşil devrim’ olarak nitelendirmiş. Halbuki, Holbrooke, tam tersine bir şekilde Malezya’nın ‘İslâm hadari’ modeliyle AKP’nin isimsiz, tanımsız veya pratik modelini İslâm dünyasına iki ılımlı model olarak takdim ediyor. Acaba Holbrooke’un tespiti mi doğru, yoksa Eslen Paşanın mı? Bu sorunun cevabından önce, genel bir tespit yaparak şunu söyleyebiliriz: Duruşa göre tanım değişiyor. Yani yeşil devrimden veya ılımlı İslâm tabirlerinden ne anladığınıza bağlı. Bunların muhtevasını tayin etmeden, üzerinde bir tanıma varmak imkânsız. Önce Holbrooke ne dedi ona bir bakalım: “11 Eylül’den beri, ABD, dünyanın her yerinde ılımlı İslâmî demokrasiler istiyoruz diyor. İşte, sadece iki tane var. Türkiye ve Malezya. Türkler çok dramatik seçim yaptı. Barış içinde ve dürüst seçimler oldu. Ilımlı bir Müslüman parti, meşruiyetlerini Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk’ten alan ünlü milliyetçi partileri mağlup etti. Bu ılımlı Müslüman parti İsrail ile de iyi ilişkiler içinde ve AB’ye üyelik istiyor. Ben de bunu kuvvetle destekliyorum. Ama, bazı meseleleri var...” Bu ifadeler Türkiye’de ılımlı İslâm karşıtlarına iyi bir koz verdi, malzeme oldu. Sözgelimi Cumhuriyet gazetesi ve Vatan gazetesinde kimi yazarlar hemen bu tanımı delil kabul ederek AKP tehlikesinden dem vurmaya veya bunu delillendirmeye çalıştılar. Her şeyden önce anayasada Kemalizmin yeri konusunda Naci Ünver’le paslaşan ve aynı zemini paylaşan Ruhat Mengi, ‘Amerika her yerde ılımlı İslâm’ı istiyor’ diyerek baltayı taşa vurmuş oldu. Genelleştirmiş. Ruhat Mengi ve Cumhuriyet gazetesi, Cumhurbaşkanı ile birlikte ‘ılımlı İslâm’a aynı zaviyeden bakıyorlar. Onlara göre tek bir çeşit İslâmî model var ve bu da radikal İslâm’dır. Ilımlı denilenler ise, radikalleşme istidadı taşıyanlardır. Nitekim Ruhat Mengi bir zamanlar Türkiye ile birlikte Wolfowitz’in favorisi olan ve baştacı ettiği Endonezya’nın, ılımlı bir İslâm ülkesi iken hızlı bir biçimde radikal İslâm’a kaydığını ve evrildiğini yazıyor. Galiba Malezya’nın da ılımlı İslâmlaşmadan laikliğe kaydığını görmüyor ya da görmek istemiyor.
***
Gerçekten de Holbrooke’un Malezya-Türkiye fayına veya beraberliğine karşı Wolfowitz’in tercihi 6 oklu Türk modeli ile 5 ilkeli (Pancasila) Endonezya modeli idi. Ama Wolfowitz, şimdi aynen Ruhat Mengi gibi, ikisine de karşı. Wolfowitz’in karşı oluşu da “zaten Amerika her yerde ılımlı İslâm istiyor” diyen Ruhat Mengi’nin tekzibidir. Gerçekten de bu meselede Amerikalıların hemfikir olmadıklarını unuttu ise, kendisini arşive havale ederek Aslı Aydıntaşbaş’ın ‘Washington’da acıklı manzara’ yazısını bir kez daha okumasını salık verir ve tavsiye ederim. Belki o zaman ikna olur. Aydıntaşbaş, izlediği yıllık olağan ATC toplantılarının özünü ve ruhunu yansıtan bir cümle sarfediyor: “(Amerikalı muhataplarımdan) AK Parti iktidarıyla ilgili olumlu bir söz duymadım. Türkiye’nin “Malezyalaşması”ndan korkuyordu. Bundan benim çıkardığım, Batılı olmaya değil, daha muhafazakar olmaya özenen bir toplum algılaması...(29/03/2006. Sabah)” Demek ki Malezyalılaşmak bile Türkiye için tehlikeli addediliyormuş. Neoconların böyle düşündüklerinden eminim. Ama yine de muayyen çevrelere göre, bu model hiç yoktan yeğdir. En azından Demokratlar veya Amerikalı liberal çevrelerin tercih ettikleri bir meslek. Neoconlar ise, Türkiye’de kendi karşılıklarını çoktan bulmuşlar. Onların tercihi ulusalcılar ve militarist çevreler.
***
Peki biraz da şu benzetilen (müşebbehun bih olan) Malezya modeli üzerinden Türk modeline göz atalım. Eski tabirle atf-ı nazarda bulunalım. Holbrooke’dan önce Kofi Annan da Malezya için ‘İslâm dünyasının gözbebeği ve model ülkesi’ tanımında bulunmuştu. Orada da Saadet çizgisinde olan PAS ile AKP çizgisinde olan UMNO arasında bu tanım çerçevesinde büyük bir kriz patlak verdi. 2004 yılında iktidarı kaybeden PAS liderleri, ülkede sekülarizmin ilerlediğini ve anayasada ‘Malezya’nın resmî dini İslâm’dır’ yazmasına rağmen, rejimin laik tehdit altında olduğunu savunuyorlar. Buna mukabil, laikliğin halk arasında dinsizlik gibi algılanmasından korkan UMNO’dan başbakan yardımcısı Necip Razzak tartışmalara, ‘Biz hiçbir zaman laik bir ülke olmadık. Olmayacağız da… Ülkemizin resmî dini İslâm’dır ve biz İslâmî bir ülkeyiz’ sözleriyle iştirak etti. Ama tartışmalar dinmedi . İşin seyri değişti. Bunun üzerine Malezya’daki rejimin şeriattan farklı olduğunu savunan hukukçular, üniversite profesörleri ve dinin kamusal alandan dışlanmasını isteyen muhalif sesler ayaklandı. Bunun üzerine basın yayın kurumlarına tartışma yasağı getirildi. Yani Malezya modeli tartışılamıyor zira iğreti ve tanımsız. Fiilî bir durum. İşte bu noktada uluslararası mahfillerde tanınan siyaset bilimcilerden Chandra Muzaffer: “Hükümet aslında laik rejim istiyor. Ama açıkça ‘laik rejim istiyoruz’ derlerse suçlanacaklarını biliyorlar’ diyor. Gönüllerindekini söyleyemiyorlar. Chandra Muzaffer’in teşhisinden yola çıkarsak, aslında Holbrooke tam isabet etmiş. Ilımlı İslâm bir süre sonra liberal İslâm’a evrilecek ve böyle anılmaya başlanacak ve bir süre sonra İslâm ekine de gerek kalmayacaktır. Bir zamanlar Mısır’da, “Hz. Muhammed” adlı kitaplarından tanıdığımız ve kitabı Hürriyet gibi gazetelerce promosyon olarak verilen Muhammed Heykel Paşanın liberal parti kurması gibi… AKP saflarında Heykel paşa nümunelerinden bol bir şey yok.
07.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|