Yıllar önce; Türkiye’nin ‘devlet politikası’ olarak ilân edilen “Avrupa Birliği üyeliği hedefi” ağır aksak da olsa ilerliyor. Birliğe üye olmak için bizden sonra yola çıkan ülkeler üye olabildi, ancak Türkiye hâlâ ‘Üye olabilir mi olmamaz mı?’ tartışmalarına konu oluyor.
Üyelik yolundaki gecikmenin pek çok sebebi var. En başta üyelik şartlarını yerine getirmedik. Yapar gibi yaparak, güya AB’yi ikna edebileceğimizi düşündük, ama olmadı. AB yetkilileri her fırsatta bize ‘şartlar’ı hatırlattılar. Türkiye’yi idare edenler ise, “Gerekirse Kopenhag Kriterleri’ni Ankara kriterleri yapar, yolumuza devam ederiz” demekten başka ciddî bir şey yapamadılar.
Her ne ise, olan oldu ve bugüne geldik. Bir tevafuk eseri olsa gerek; aynı günde iki ayrı ‘uzman’ AB-Türkiye ilişkilerini değerlendiren ciddî açıklamalar yaptılar. Bu isimlerden biri, Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi ve AB uzmanı Doç. Dr. Hakan Yılmaz, diğeri ise, Avrupa Parlamentosu Milletvekili Vural Öger. Her iki uzman da, “Akıl için yol bir” noktasında birleşmiş.
Çok kısaca özetlemek gerekirse Doç. Dr. Hakan Yılmaz’la ilgili haber şöyle: “Doç. Dr. Yılmaz, Devlet eliyle yapılan tanıtımların Avrupa halklarınca propaganda olarak algılandığını belirterek, sivil toplum örgütleri aracılığıyla Avrupa ve dünyada mümkün olduğu kadar çok alanda etkili olmak gerektiğini söyledi. (...) Ayrıca, Türkiye’nin devlet eliyle tanıtım yapmasının (...) Avrupa halklarınca propaganda olarak algılandığını belirten Yılmaz, yurt dışında konser verme, tanıtım filmleri, gazete ilânları, afişler hazırlama gibi yöntemlerin, “Avrupa’da Türk imajını yükseltme açısından çok az etkili olduğunu” öne sürdü.
“Bizim bu klasik (...) tanıtım meselesinden çıkıp, daha çok sivil toplum örgütleri (STÖ) ve devletin işbirliğiyle yapılabilecek ama sivil toplumun ön planda olduğu bilfiil etkinliklere katılarak çok alanda angaje olmamız gerekiyor. Türkiye’nin AB sürecinde en önemli konuların insan hakları ve demokrasi olduğunu da ifade eden Yılmaz, imajın düzeltilmesi için, “bu konularda sansasyon olabilecek ihlallerin sayısının minimize olması gerektiğini” söyledi. (AA, 5 Ağustos 2007)
Bir de AP Milletvekili Vural Öger’in tesbitlerine bakalım: “(Türkiye’yi tanıtmak) Dış ülkelerde posterler filan asarak üstesinden gelinebilecek bir sorun değil. Konu çok geniş kapsamlı olarak ele alınmalıdır. Özetlemek gerekirse, bir imaj kampanyasına ihtiyacımız var. (...) Türkiye’nin turistik imajıyla politik imajı birbirine benzemiyor. (...) Örneğin, Avrupa başkentlerinde Türk kültürü evleri açılmalı. Oralarda Türk kültürünü anlatan CD’ler dağıtılabilir. (...) Avrupalıları kazanmak için Türkiye’de bir konsept oluştuğunu göremiyorum. Bence yüz binlerce Avrupalı öğrenciyi buraya çağırıp bizim onları, onların bizleri tanımaları gerekiyor. (...) Avrupa halklarını kazanmadan, hükümetler düzeyinde, Türkiye’nin sürekli olarak stratejik önemini öne çıkararak bir sonuç alacağımızı düşünüyorsak yanılırız. (...) Avrupa halklarını kazanamadığımız sürece biz AB’ye giremeyiz. Bizim için belli ölçülerde Culmhuriyet çok önemli. Onlar açısından demokrasi Avrupa’nın ana unsuru. Dolayısıyla da (Avurpalıların) laikliği algılamada da farklılıkları var. (...) Avrupa homojen bir yapı değil. (...) AB Komisyonunda ağırlık Türkiye lehinde. Avrupa komisyonerleri ya da bakanların üçte ikisi Türkiye’nin lehindedir. (...) Demek ki AB’deki ağırlık Türkiye’nin tarafında.” (Konuşan: Leyla Tavşanoğlu, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2007)
Aynı günde iki farklı uzmanın ortak noktalarda birleştiğini görmek önemli. AB üyeliğinin şartları belli, hedefe ulaşmak için yollar da belli. İş, siyasî iradeye düşüyor...
07.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|