Bu yıl Türkiye'deki nüfusun yüzde onu (Van, Erzurum, vs...) sel felâketine mâruz kalırken, nüfusun yüzde doksanı ise (en büyük şehirler başta olmak üzere) susuzluk, kuraklık ve yağmursuzluk tehlikesiyle yüz yüze geldi.
Gün geçmiyor ki, yurdun herhangi bir yerindeki barajın, gölün, göletin yahut derenin kuruduğu haberiyle karşılaşmayalım.
Hem öyle ki, dehşetli bir musibetin fotoğrafı olan bu tür haberler, neredeyse adiyattan birer vakıa haline geldi.
Toplu balık ölümleri, vaktiyle gölün dip kısmı olan çatlamış topraklar, çölleşen araziler, kavrulan orman alanları, tarlasından mahsül bekleyen iki eli böğründeki çiftçi, köylü resimleri bile, muhtemelen çok az kişinin basiret gözünü açtırıyor.
Aksi halde, hiç aylarca devam edip gider miydi bu musibet...
Ekseriyetin basiret gözü böyle körleşirse, korkarız ki daha dehşetli tehlikelere mâruz kalınır. Zira, kuraklık ve yağmursuzluk musibeti, aynı zamanda umumî açlık, hastalık, sefalet ve perişaniyet demektir.
Dahası, kaht û galàyı netice veren kuraklıktan, sadece insanlar değil, büyük–küçük hayvanlar ve bitki örtüsü gibi hemen bütün canlı/yarıcanlı mahlûkat da ziyadesiyle etkileniyor. Ekolojik denge adeta alt–üst oluyor.
* * *
Türkiye'de benzer bir durum—fakat çok daha dehşetli bir sûrette—1940'lı yılların başlarında yaşandı.
Millet, kıtlık ve kuraklık sebebiyle savaş halinden daha beter hallere düçâr oldu. Hububat ve zahire ambarlarına el konuldu; ekmek dağıtımı, yıllarca karneye bağlı olarak yapıldı.
Aynı yıllarda peşpeşe yaşanan büyük ve sarsıcı depremler, sel ve yangınlar da cabası...
* * *
Şimdilerde yaşanan en büyük sıkıntı, yağmursuzluk ve kuraklık şeklinde tezâhür ediyor.
Cenâb–ı Hak, bizleri daha beterinden muhafaza eylesin.
Şüphesiz, bu sıkıntılı halin maddî ve mânevî birçok sebebi var.
Bu sebeplerin bir kısmı, çeşitli vesilelerle ifade ediliyor. Ayrıca, alınması gerekli tedbirler vatandaşa bir bir izah ediliyor.
Sebep ve çarenin pek önemli bir kısmının izahını ise, Risâle–i Nur'larda buluyoruz.
Kısacık bir bölümünü, "Bediüzzaman diyor ki" köşesinde birlikte okuyalım.
Mütalâa
Bediüzzaman diyor ki
Şimdiye kadar çok tecrübelerle, Risâle-i Nur’un serbest intişarıyla belâların ref'i ve ona ilişmek ve susturulmakla belâların gelmesi sabit olmuş, hatta mahkemede ispat edilmiş. Anlaşılıyor ki, bu bahar fırtınasında iki harici, iki dahili dört cereyan, herbiri bir maksada göre ve Nurcuların şevkine ve sa'ylerine ilişmek ve yüzlerini dünyaya ve siyasete çevirmek istemelerinden, kuraklık başladı. İnşaallah yakında ref' olur. (Emirdağ Lâhikası, s. 200)
* * *
Nimet ve rahmet-i İlâhiyenin fiyatı, şükürdür. Biz şükrü hakkıyla vermedik... Evet, rahmetin fiyatını şükürle vermediğimiz gibi; zulmümüzle, isyanımızla gazabı celb ediyoruz.
Şimdi zemin yüzünde zulüm ve tahribat, küfür ve isyan ile, nev-i beşer tam tokada kendini müstahak etti ve dehşetli tokatlar yedi. Elbette bir parça hissemiz de olacak.
Hadiste var ki: "Hatta deniz dibindeki balıklar dahi günahkâr ve zalimlerden şekva ediyorlar ki, onların yüzünden yağmur kesilir, hatta 'Bizim de nafakamız azalır' derler." Evet, bu zamanlarda öyle günahlar, zulümler oluyor ki, rahmet istemeye yüzümüz kalmıyor; masum hayvanlar da azap çekerler.
Âyette vardır: "Öyle musibetten kaçınız ki, geldiği vakit zalimlere mahsus kalmaz, masumlar ve mazlûmlar da içinde yanar." (Emirdağ Lâhikası, s. 32)
GÜNÜN TARİHİ 7 Ağustos 1964
Kıbrıs üzerinde ilk ihtar uçuşu
Türk Hava Kuvvetlerine bağlı jet uçakları, Kıbrıs adası üzerinde Rumlara karşı ilk ihtar uçuşu yaptı.
Uzun bir zamandan beri, Adadaki Türkler ve Rumlar arasında huzursuzluk yaşanıyor, korumasız Türk köylerine baskınlar yapılıyor, mâsum insanların kanları acımasızca dökülüyordu.
Bu durum karşısında harekete geçen Türk tarafı, beş yıl evvel (19 Şubat 1959'da Londra'da imzalanan Zürih Antlaşması) elde etmiş olduğu "garantörlük hakkı"na dayanarak, caydırma maksatlı sembolik bir müdahalede bulundu. Birkaç savaş uçağını adanın üzerinden uçurarak, yapılan zulmü durdurmak istedi.
Bir gün sonra ise, beklenmedik elim bir hadise yaşandı. Eskişehir'den Kıbrıs'a 4'lü Filo Komutanı olarak gönderilen Cengiz Topel’in uçağı, uçuş esnasında yerden isabet alarak Rumlar tarafından düşürüldü.
Cengiz Topel, paraşütle atlamayı başardı. Fakat, Rumlar tarafından önce esir alındı, ardından da katledildi. Böylelikle, Kıbrıs'ta ilk hava harp şehidi verilmiş oldu.
Topel'in hastahanede vefat ettiği kesinleşti. Ancak, Rum tarafı cenazeyi vermek istemedi. Israrlı teşebbüsler neticesi, Şehit yüzbaşının naaşı ancak 12 Ağustos günü alınabildi.
Cengiz Topel'in cenazesi, Kıbrıs, Adana, Ankara ve İstanbul'da yapılan törenlerden sonra, 14 Ağustos 1964 günü Edirnekapı'daki Sakızağacı Hava Şehitliği'nde toprağa verildi.
07.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|