Son perde
Ne çabuk da geçti yıllar. Daha dün gibi hatırlıyorum gençliğimi. Ben bugüne nasıl geldim? Nasıl yaşlandım bu kadar? Ne zaman bitti bu ömür? Sanki zaman tünelinden geçmiş gibiyim, ya da gençliğimden yaşlılığıma ışınlanmış gibi, göz kırpmadan açmış gibi, hayata değmeden geçmiş gibi, konmadan göçmüş gibi…
Yapacağım çok şeyler vardı, toz pembe hayallerim beni yarı yolda bıraktı. Şimdi bu günü onlarsız yaşıyorum.
Sadece hayallerim mi beni terk eden, sadece gençliğim mi? Hayır, hayır…Terk etmeyenleri saysam daha kolay olacak. Yaşlılığıma haksızlık etmemeliyim, yeni arkadaşlarım da var artık; bembeyaz saçlarım, çorak toprakları andıran yüzüm, dağ gibi büyüyen acizliğim, her geçen gün bir yenisi eklenen hastalıklarım ve beni hiç terk etmeyen en sadık arkadaşım düşüncelerim. Yapabildiğim tek aktivite; beni benden alıp götüren, bazen pişmanlıklarımın, doyumsuzluklarımın, hasretlerimin girdabına sürükleyen, bazen geride kalmış mutluluklarımın özlemine gark eden, bazen hayata binlerce fit yükseklikten baktırıp, yaşanan milyonlarca ânın birleşimiyle meydana gelen şifreyi çözdüren düşüncelerim... Yaşadığım olaylarla ömür sayfama nakşedilen bu İlâhî şifreyi, hayatın anlamını, var olmanın sırrını…
Kolay olmadı bu sırrı keşfetmek; onlarca musibet, yüzlerce gaflet ve binlerce hata perdesine sarılı buldum bu paha biçilmez cevheri… Kitaplardan okuyabilirsiniz bu sırrı, insanlardan da dinleyebilirsiniz. Fakat hayat okulunda bir başka yazar; hani derler ya “Anlatılmaz yaşanır” ve bu sırrı insan anlarken yaşlanır.
Hayat okyanusunun sahilinde ve coşkun hislerimin dinginliğinde yaşamak daha kolay aslında. Nefs-i emmâremin de tahakkümü benim gibi zayıflayınca irademi daha isabetli kullanabiliyorum. Fonksiyonları azalmış bedenimle ve taşkınlığı durulmuş ruhumla harama girmemek ve yanlış yapmamak hiç de zor olmuyor artık. Ah birde erteleye erteleye yapmaya tâkat getiremeyeceğim bu günlere kalan işlerim olmasa… Aslında bu güne dek yaptıklarıma nazaran en önemli işlerim; ibadetlerim, hayrım hasenâtım ve rûhî kemâlâtım...
Yaşadığım her ânımda dünyevî hayallerim vardı. Bu yüzden yapmam gerekenler hep yarına kaldı. Geleceği meçhul ve gelse de fani olan bir geleceği, mutlak ve sonsuz bir geleceğe tercih etmek... Ne acı bir hamakattir.
Evet kendi hayatımla tecrübe ettim ve onayladım ki “Lüzumlu işler pek çok, fakat ömür pek kısa”. İşte omuzlarımı çökerten, belimi büken de yapmam gerekip de henüz yapamadıklarımı kalan günlerime sığdıramamaktan korkmak.
Hani tek gösterimlik hayat tiyatrosunun bu son perdesinde biraz korku, biraz pişmanlık, biraz da yalnızlık var. Ama daha çok huzur var, sükûnet var, çaresizliğin verdiği teslimiyet var.
Bu yazdıklarımı okuyup da bana acımayın gençler!.. Çünkü ben de size acıyorum. Sizin geleceğinizde ben varım, yaşlılık var. Yani bu okuduklarınız var. Benimse geleceğimde karanlık bir koridorun ucunda sonsuz ışık var, masmavi gökyüzü var. Renklerin en güzelini taşıyan gökkuşağı var!
Zor bir imtihanın bitmek bilmez sorularından sıkılıp dışarı çıkıp da “Oh be!.. Bitti” demek istemediniz mi hiç? İşte ben bu iştiyakla sınav salonundan çıkıyorum. Allah kalanlara kolaylık versin!
Hayır, hayır hayal değil bunlar; ölüm yoksa arada her genç yaşlanmayacak mıdır? Ve muhakkaku’l-vukû olan olaylar, vâkî hükmünde değil midir? Ya ölüm varsa? O zaman da ömrümün âhiri zaten bu demler değil midir!..
Potansiyel bir yaşlı
(Bu yazı bir huzurevi
ziyareti dönüşü kaleme alındı.)
|