Birçoğumuz sık sık, fabrika makinasının bir civatasının bile—çarkları tutması hasebiyle—büyük bir öneme haiz olduğunu; “Ben basit biriyim, ne önemim var?” deyip işini yapmazsa çarkların dağılacağını, üretimin de duracağını vurgularız. Ne var ki, olumsuzluklardaki payımızı görmezden gelerek, suçu başkalarına atar, kendimizi (nefsimizi) temize çıkarırız! Oysa, önce, “Nerede hata yaptım?”; sonra, “Nerede hata yaptık?” sorularını kendimize sormalıyız.
Bediüzzaman, zindan-ı atâlete düştüğümüzün sebeplerini, “ümitsizlik, şevksizlik; meylüttefevvuk (üstün olma meyli); sebepler zincirini atlama, yani, sünnetullaha, kevnî ve sosyal kanunlara uymama; hem kendisi, hem de hemcinslerinin hakkını aramama; acz ile kendine itimadı olmadığından işi birbirine bırakma/havalecilik; başkasının tembelliğini örnek alma; Allah’ın işine karışma ve meylürrahat”1 olarak sekiz maddede ifade eder.
Tedavi yollarını da göstererek, ilk hastalığın reçetesini şöyle sunar: Hayat bir faaliyet ve hareket, şevk ise onun bineğidir. Himmetimiz şevke binip mücadele meydanına atıldığında, önce en şiddetli düşman olan yeis/ümitsizlik önümüze çıkar ve manevî gücümüzü kırar.
Rabb-i Rahimimizin, “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz”2 fermanını nazara verir. Bunun yanında Kur’ân’da doğrudan, yahut dolaylı olarak yüzlerce âyet-i kerîme ümidi aşılarken, yüzlercesiyle de ümitsizlik kapılarını kapatır.
Unutmayalım; ümidini kaybedenin, kaybedecek başka bir şeyi yoktur! Ümitsizlik; karamsarlık, kötümserlik gibi bütün olumsuzlukların kaynağı olduğundan, “Battı balık, yan gider” dedirtir. Gelişmenin, olgunlaşmanın, mükemmelleşmenin engeli, en dehşetli mikrobudur. Acizlik ve korkudan kaynaklanan yeis, hayatı anlamsız yapar ve çekilmez kılar. Yeis, terakkî ve ilerlemenin de en büyük ayak bağıdır.
İnsan heyecanlı ve hareketli bir fıtrata sahiptir. Yeis ise heyecan ve hareketi öldürür. Ve tembellik bataklığına atar. Toplum hayatını alt üst eden yeis, ferdi, toplumu düşünmekten koparıp, şahsî menfaatlerine yöneltir. Yeis bir mânâda, rahmet-i İlâhîyeyi de suçlamak demektir. Allah’ın sonsuz gücüne, yardımına, esirgeyicilik ve bağışlayıcılığına güvensizliktir. Elbette sonsuz gücü, sonsuz hikmet ve kudreti, sonsuz merhameti bulunan bir Rabb-i Rahîm’e inanan bir Müslüman, asla ümitsizliğe düşmez. Üzüntüsü yeise dönüşmez, inançsızlarınkine hiç benzemez.
Ümitsizlik hastalığını kadere imanla tedavi etmeliyiz. Çünkü, kararsız bir dünyada yaşıyoruz. Eğer kadere îmanı güçlendirmezsek, olumsuz olayların üstesinden gelemez; altında eziliriz.
Kadere îman, başa gelen musîbet, felâket ve hayatın süprizlerine karşı da potansiyel bir güç, bir hazırlık, bir konsantrasyondur. Kadere îman eden, kederlenmez. Çünkü “Kadere îman eden kederden emin olur.” Kadere îman eden olumlu veya olumsuz her şeyin Allah’tan geldiğini ve içerisinde bildiği veya bilemediği sayısız hikmetler bulunduğunu düşünür, rıza ile karşılar. Bu inançtan mahrum olanlar ise en küçük bir hâdise veya musîbet karşısında, “ah!” ve “of!” çekmekten kurtulamazlar.
Kadere îman hüzün ve ümitsizliğin de ilâcıdır. Dolayısıyla mü’min, üzüntüde de ölçülü olur. Bilir ki her şey kader ile takdir edilmiştir. Kaldıramayacağı hiçbir yük kendisine yüklenmemiştir. Kadere îman, herhangi bir musîbet veya felâket geldiğinde, “Ne yapalım, kaderimde varmış” deyip sabretmek ve razı olmayı gerektirir. Zira, “Ne yeryüzünde vukû bulan ve ne de sizin başınıza gelen hiçbir musîbet yoktur ki, onu yaratmamızdan evvel bir kitapta yazılmış olmasın. Bu ise Allah için pek kolaydır”3 âyeti bize bu dersi verir.
Kadere îman, bir irâde eğitimidir aynı zamanda. İnsan, îman derecesine göre sıkıntılar, zorluk ve problemler karşısında zaafiyet, kararsızlık, tembellik göstermez, göstermemeli. Çünkü o, “Her şeyde bir hayır vardır” düşüncesiyle hareket ettiği için, olumsuzluklardan ders alır, yoksa bütün bütün karşı tarafı suçlamaz. Kadere de bir pay ayırır.
İşte zindan-ı ataletten kurtulmanın birinci şartı ümitsizliği içimizden söküp atmaktır. Bunun da birinci yolu, kadere îmanı güçlendirmektir…
Not: Okuyucularımızın, tüm İslam ve insanlık aleminin Mi'râc gecelerini tebrik eder, hayırlar getirmesini niyaz ederim.
Dipnotlar:
1- Münâzarât, s. 136-140.; 2- Zümer Sûresi: 53.; 3- A.g.e., Hadîd, 22.
10.08.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|