Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 18 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Ruhumuz çöl olmasın

Hayatımızda belki de suyun değerini en çok anladığımız günleri yaşıyoruz. Şükürler olsun tamamen de susuz değiliz, ama su kaynaklarımızın azalması ve su kesintileri gibi tehditler bile susuz kalmanın ne demek olduğunu anlamamıza yetti. Su hayat demekti. Suyun olmadığı yerde hayatta yoktu. Cenâb-ı Hak her şeyi sudan yaratmamış mıydı?

Evet, hayat ilk defa sudan yaratılmıştır ve suyla devam etmiştir. Su bulunmayan yerlerde hayat mahvolmuştur. Yani dünya ve içindeki her şey suya muhtaçtır. Dikkat edersek ilk yerleşim yerleri genelde su kenarlarında kurulmuştur. Suyun olduğu yerlerde başka bir âlem, başka bir güzellik mevcuttur. Zira her şey ondan fışkırır.

Susuz yaşayamayacağımız gibi su içerken de büyük bir lezzet alırız. Böylece vücudumuzun vazgeçilmez ihtiyacı olan su hayatımızı devam ettirmemizi sağlar. Susuzluğumuz tekerrür ettikçe aldığımız lezzet de yenilenir.

Suyun olmadığı yerde diğer gıdalar da olmaz, zamanla kıtlık olur. Temizlik olmaz, hastalıklar çoğalır.

İşte bedenimizin ihtiyacı olan su olmadığı zaman bu gibi tehlikelerle karşı karşıya kalıyoruz. Peki ya ruhumuzun ab-ı hayatı olan ibadetlerimizi yapmadığımız ya da eksik yaptığımız zaman ne gibi tehlikelere maruz kalacağımızı hiç düşündük mü? Biz ruhumuzun ihtiyacı olan suyu kesersek sadece bu dünyamızı değil, ebedî hayatımızı da tehlikeye atmış oluruz. İlimsiz, ibadetsiz bıraktığımız ruhumuz çorak toprak gibi verimsiz, cansız, gıdasız kalır. Bazı hastalıklara ve sıkıntılara maruz kalır.

Âyetlerde denildiği gibi, bilimin de ortaya çıkardığı gibi insan sudan yaratılmıştır. Ve insan’a ilk emir “oku” emridir. Yani ilimdir. En büyük ilim de Allah’ı tanımak ve bilmektir. İman ilmidir. Okumayan, öğrenmeyen, Allah’ı tanımayan insan manen susuzdur. Bu susuzluk da esâsında madden susuzluktan çok daha tehlikeli bir susuzluktur. Zira ebedi bir hayatı etkisi altına alır. Bunun farkında olan insan ruhunu susuz bırakmaz. Her namaz vaktini heyecan ile bekler. Çünkü o bekleyişte ruhunun en büyük en şiddetli ihtiyacının giderileceğinin sevinci vardır. Ve Cennette Kevser gibi ırmaklar, çağlayanlar ve daha nice berrak, temiz, tarifi olmayan cennet suları vardır. İnsan “Allahuekber” dediğinde dünyaya ait her şeyi arkasına, Kâbe-i şerifi karşısına alıyorsa; kendisini Resûl-ü Ekrem’in arkasında, Ashab-ı Kiram’ın saflarında olduğunu düşünebiliyorsa, Kiramen Katibin’i sağında ve solunda, Azrail’i arkasında hissedebiliyorsa böyle bir huzurdan asla ayrılmak istemez. Çünkü orada, Kâinatın Efendisi’nin, peygamberlerin, meleklerin, evliyaların, şehitlerin hazır bulunduğu bir ilim meclisinde Cenâb-ı Hakla sohbet edilmektedir. İbadet deryasının içinde, ilim irfan sularından kana kana içilmektedir.

Ruhunu böyle bir sudan mahrum bırakan insan, “Namaz mü’minin miracıdır” müjdesinin önemini de tam olarak anlayamayacaktır. O anda meleklerin bile ulaşamadığı bir makamın kapısında olmanın mutluluğunu da tadamayacaktır.

Eğer manevî susuzluğumuzu ilimle, ibadetle, şükürle dindirebilirsek Allahın sonsuz rahmeti de üzerimize sağanak halde yağacaktır. Sularımızın azalmasında hepimizin az da olsa payı vardır. İşlediğimiz günahlar, ibadetlerimizde gösterdiğimiz gevşeklik, iktisatsızlığımız, şükürsüzlüğümüz, gaflet içinde yuvarlanışlarımız, yapılan haksızlıklar ve zulümler… Hani Hz. Musa’nın kavmi de günahlarda ileri gitmiş, nasihatle uslanmaz hale gelmişti de bir zaman sonra şiddetli güneş harareti ve susuzluk onları Hz. Musa’ya muhtaç etmiş, pişmanlıkla ondan yardım istemişlerdi. O da âsasını taşa vurmuş ve buz gibi tertemiz sular fışkırmıştı o yakıcı sıcakta.

Biz de, Hz. Musa gibi hikmet asasını gafil kafalarımıza vurup kendimizi gafletten uyandırabilirsek, ruhumuzdan fışkıran ab-ı hayat bizim bütün susuzluğumuzu dindirmeye kâfi gelecektir.

Mehtap YILDIRIM

18.08.2007


KİTAP TAHLİLİ

Sürüden Ayrılma Zamanı adlı roman Yeni Asya Neşriyat tarafından 2000 yılında yayımlandı. Titiz bir çalışmanın ürünü olduğunu her satırında hissettiren bu eser hakkındaki gözlemlerimi aktarmak istiyorum.

Sürüden Ayrılma Zamanı’nda kimler var?

Kimlik bulma çabalarından dâvâ ve deva adamı olmaya kadar uzanan heyecanlı bir hayat serüveni sizi bekliyor bu kitapta: Fatih… Aysel ve Hâle’nin penceresinden ışığın zulmete galip oluşunu ve hidayet ufuklarının size gülümsediğini sezeceksiniz. Gözleri görmeyen ama ruhu gören Erhan’ın tesbitleri hayrete düşürecek sizi. Hayatı kavga kabul edip kazanma uğruna her şeyi mübah gören Sertaç…

Bu kitap bize bizi anlatacak…

Niye, Sürüden Ayrılma Zamanı?

* Monotonluğa, durağanlığa, sıradanlığa, tek tipliliğe ve insanların düşünme özelliğinden arındırılıp sürüleştirilmesine karşı iseniz…

* Ezberleri bozmanın, hayatı anlamanın, putları kırmanın ve hakikati haykırmanın zamanı geldi diyorsanız…

* Maddenin ön plana çıktığı günümüzde ‘ideal’ ve ‘dâvâ’ için neler yapabileceğinizi görmek istiyorsanız…

* Kalp atışlarınızın değişmesini, sahip olduğunuz dâvânın damarlarınızda an be an dolaşmasını ve hareket heyecanının bütün ruhunuzu sarmasını istiyorsanız….

Haydi o zaman! Akıcı bir üslûp, müthiş bir kurgu ve hayatınızdan tanıdığınız kahramanlarla Sürüden Ayrılma Zamanı sizi bekliyor!

Kitaptan örnek cümleler…

Kitap 11 bölümden oluşmuş. Deryadan damla misali kitabın muhtevası hakkında ipucu verebilecek bazı cümleleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

* “İnsan bazen çileyi çeke çeke, ıztırabı ta iliklerine kadar duya duya yaşamalı ki uyansın. Yaşamadan öğrenilen bilgi bizim olmaz.”

* “Aşmak istiyorum Dünyalıların kurduğu hayatı. Damarı kan dolu mermi olmak. Hedeften gayrî her şeye kapalı olmak…”

* “Allah ve ben diyordu. O’nu bulmak, O’nu tanımak her şeyin ötesindeydi.”

* “Nesillerin yorgun düşmesini anlarım. İnsanların kolay yıllar geçirmedikleri de kabul. Ancak maddenin saltanatına hayır!”

* Mücadele bitmiyordu, bitmeyecekti de. İnsanı insan yapan mücadelesiydi. Baş eğmemek, ölesiye direnmek; toplum ve nefis laboratuvarında hazırlanıp, kişiyi uyutmak, istidatlarını aleladeleştirmek için hazırlanan bütün terkipleri itiyordu.”

* “Hareket fıtratı olmuştu, durmak ölüm değildi.”

* “Saçlarından yakalayamıyorum zamanı. Sana kalbedemiyorum, veremiyorum kendimi. Konuşmak işkence, sukut her şey. Ben sensizim. Söyle, raksetsin vecdinden yıldızlar. Seni görmenin aşkıyla tutuşup, alev saçlarıyla yaksınlar. Öyle seveceksin ki bir ben olacağım bu âlemde bir de O. Gölgem sudaki aksini öpecek. Coşmak istiyorum, zirvelerde, şahikalarda, uçurumlarda coşmak; yaşamak, ölmek, çığlık olmak…”

* “Kapatın pencerelerinizi büyükler. Bize yağmur yeter. Sizin olsun ithal marka arabalar, ceviz koltuklar, pahalı halılar. Sizin olsun ideolojiler, nutuklar. Yağmur bizim. Hani bir zamanlar Yerli Malı Haftası gibi bir şey vardı ya. Öyle işte. Verin bize yağmuru, verin çamuru. Bu şehirde en safi olanı…”

* “Herkes kendi fecrinde aramalı aydınlığı…”

Ve son bir Not. Sürüden Ayrılma Zamanı bir ameliyat kitabı. Hidayet ufuklarına doğmanın kitabı. Unutmayın! Her doğum sancılı, her ameliyat kanlı geçer!

Zübeyir ERGENEKON

18.08.2007


HATUN ile EFENDİ (4)

Sabah güneşi bütün ihtişamıyla yeryüzüne doğmuştu. Aydınlık yine karanlığın içinden ışıklarını bu dünyaya gönderdi. Hatun Hanım geliniyle beraber sabah kahvaltısını hazırlamaya başladılar. Gelinin evi; aynı bahçede yer alan yan evdi. Nerdeyse bütün günü bu yaşlı çiftle geçiriyordu. Eşini sabah işe yolladıktan sonra hemen kaynanasının yanına geliyordu. Yaşlı oldukları için onlara fazla iş yapmalarını istemiyordu. Kahvaltı nihayet hazırlanmıştı. Gelin anneciğim:

-Sen zahmet edip yerinden kalkma; ben gider babamı uyandırırım.

-Olur mu hiç gelinim. Baban benden başkasının kendisini uyandırmasını ister mi? Elli beş yıldır onu her sabah ya ben onu uyandırırım; ya da efendi benden önce uyanmışsa o beni uyandırır. Bir başkasına asla uyandırmasını istemez. Alışkında değildir zaten.

Hatun Hanım odaya girince şaşırmıştı. Efendi hareketsiz uyuyordu. Yanına yaklaşmadan birkaç kez Efendi diye seslenmesine rağmen az da olsa hareket etmemesine telâşlandı. Kalbi daha hızlı atmaya başladı. Korku daha önce hiç böyle hâkim olmamıştı. “Ya hiç uyanmazsa” diye geçirdi içinden. Yanına iyice yaklaşıp bir kez daha Efendi dedi. Efendi başını yana çevirdi. İşte o zaman derinden bir nefes aldı. Korkusu içinden çıkıp gitmiş; kalbi yeniden aynı ritimde atmaya başladı. Bir an ona bir şey olduğunu zannetti. Nasıl bir korkuydu bu; ama eninde sonunda olacak bir şeyi şimdiden geleceğini düşünmek. Kaçınılmazdı; ikisinin de bir ayağı çukurdaydı. İlk önce hangimiz gideceğiz diye düşündü, Efendisi kalkmaya hazırlanırken. Ona bir şey olsa dayanabilir miydi? Bütün yüreğiyle o an Allah’a yalvardı; ilk önce kendisinin canını almasını. Eşi kendisinden önce giderse o zaman onun acısına dayanabilecek miydi? Bunca yılın vuslatı nasıl hasrete yenik düşecekti. Efendisinin hep varlığıyla hemhal olduğu için yokluğu kalın zincirlerin boynuna sarılmasından daha korkunç bir hale duçar olurdu. Hep varlık varken yokluğu yaşamak… Bilmediği bir duygu olduğu için dehşete kapıldı. İçindeki bütün duygular iflâs etmişçesine yüreğinin sesi kesildi. Ruhta bundan nasibini almışçasına derin deryalara dalıp gitti. O dalıştan Efendisinin sesiyle kendine geldi.

-Hatun nereye daldın?

-Hiç efendi; farkında olmadan dalıp gitmişim.

-Nereye?

-Boş ver. Hadi kahvaltı bizi bekliyor.

-Tamam.

Bugün öğlen gibi gelinle komşuya gideceğiz. Müsaaden var mı Efendi?

-Tamam hatun gidebilirsiniz.

Öğlen vakti olmuştu. Gittikleri komşu evi onlara ikramlarını sunmaya başladılar. Tabiî ki bizim Hatun, Efendisi yanında olmadığı için sunulan ikramları tam olarak yiyemiyordu. Onsuz boğazından geçemiyordu. Komşular ve herkes bu durumu bildiği için onun bu halini yadırgamıyor; ama bazen alaya almadan da edemiyorlardı.

-Nene bu halin hiç Leyla’dan farkı yok. Mecnun’un uzakta değil; ama her an onu özlemektesin. İstersen şu ikramlardan dedeye götür. Sanırım oda sensiz bir başka yerdeyse onun boğazından geçmiyordur bu ikramlar.

-Ey gelinler! Beni alaya alacağınıza siz de benim gibi olmaya çalışın. Bak göreceksiniz ne güzel bir evliliğiniz olacak.

Bir anda gülüşmeler derin bir sessizliğe dönüştü. Hatun nine haklıydı. Aslında onlar da imrenerek bu alayı yapmışlardı. Gülücükleri aslında sahip olamadıkları böyle bir sevdanın hayaliydi. Buna maalesef her fertte kavuşamıyordu. Nadiren görünür; olanlarda kıymetini tam olarak idrak etmekteydi. Örnek gözlerinin önünde cereyan etmekteydi.

Evet, haklıydılar Efendide Hatunu olmadan lokma boğazından zor geçerdi. Ah! Şimdi yanımda olsa beraber bu nimetten istifade edebilseydik der; olmadığı için derinden derine bir ah çekerdi. Etrafında birileri varsa “Dede yine Leyla’sını özledi” derlerdi. Hem bir güzel söylenirler, hem de gıptayla bu dedenin halini seyrederlerdi. Hemen kahveden çıkıp gittiğinde “yine Leyla’sına gidiyor, onu özlemiş” deyip onun gidişini izlerlerdi. Ama nasıl bir izleyiş; kendilerinden olmayan bir sevdanın; olması umuduyla. Kimse birbirlerine belli etmese de, bakışlarda hep bu vardı.

Dede bugün her zamankinden erken eve gelmişti. Hanımı da gelini de evde olmaz düşüncesiyle bahçe kapısından eve girdi. Yanılmıştı eve gelmişlerdi. Hatun, Efendisini görünce hemen yerinden kalktı. Efendi Hatun’una hitaben:

-Artık yaşlandın. Eve geldiğimde kalkmana gerek yok. Özellikle de bu günlerde hastasın; hiç kalkma yerinden.

-Olur mu Efendi. Elli beş yıllık âdetimi mi bozayım. Ve sende bu duruma alışacak mısın?

-Alışırım Hatun. Benim için önemli olan senin sağlığın. Rahatsız olmanı istemiyorum.

-Hiç rahatsız olur muyum? Sen geldiğinde kalkmasan asıl o zaman rahatsız olurum.

-Peki Hatun sen yine bildiğin gibi yap. Ama kendini çok kötü hissettiğinde yerinden kalkarsan; bu zamana kadar sana hiç kızmadım; bunca yıldan sonra kızarım. İşte o zaman elalemin diline tam düşeriz. Dede elli beş yıldan sonra hanımına kızdı derler.

Gelinle beraber bir anda odada gülüşmeler oldu.

Gerçekten bu kadar alışmışken Efendi’si içeriye girerken ayağa kalkmaya, bundan sonra kalkmamak onun için bir buhran olurdu. Sadece kendisi değil; çocuklarına da evin büyüğü içeriye girdiğinde ayağa kalkmayı öğretmişti. Çocukları daha yeni yeni yürümeye başladı o dönemlerinde, baba içeri girdi mi; hemen küçük çocuk yerde oturur şeklindeyse; baba baba geldi diye işaret göstererek, çocuğun ayağa kalkmasını sağlardı. Artık öyle öğrenmişlerdi ki baba geldi mi annenin söylemesine gerek kalmadan çocuk hemen ayağa kalkardı. Ve bu şekilde büyümeye başladılar. Bu evdeki büyüğe karşı bir saygı göstergesiydi. Bu hal şimdi de devam etmekte. Bu da annenin duyarlığından kaynaklanıyordu. Anne değil miydi ilk öğretmen. Hatun Hanımda çocuklarını böyle yetiştirmişti. Gel zaman git zaman bu saygı haline bir an olsun bir saygısızlığın gölgesi bile düşmemiştir.

(Devam edecek)

Fadime KAYA

18.08.2007


Türkiye’nin yeni Irak politikası

Türkiye, ABD ile olan ittifak ilişkileri ve NATO bağlantılı özel konumu sebebiyle, Irak’ın işgali sürecindeki gelişmelere karşı arzu edilen düzey ve nitelikte bir politika geliştiremedi. Özellikle Türkmenleri sahiplenme ve Misak-ı Milli sınırları içerisinde bulunan Kerkük’e yönelik oyunları tersyüz etme konularında şaşırtıcı derecede tutuk bir görüntü sergiledi. Benzer bir hatayı, Irak’taki Kürtlerin hamiliğini başkalarına terk etme noktasında da yaptı. Bu edilgen tavrı sebebiyle Türkiye, 2007 yılından itibaren ciddi anlamda köşeye sıkışmak durumuyla yüzleşti. Şimdi ise, “sonucu önceden belli olan” Kerkük’teki referandum ve sonrası karışıklıklar gelip çatmış bulunuyor. İşte bu hassas durumdan hareketle; Üçüncü AKP Hükümetinin daha bağımsız ve bağlantısız tavırlar içerisinde olacağı Irak ve özellikle Kerkük’le ilgili olarak bugün, ilgililere “hatırlatıcı ve uyarıcı” olması ümidiyle, bir durum tesbiti yapmak istiyorum.

1. Türkiye, BM üyesi bir ülkenin işgal edilme ve parçalanma sürecine girdirilmiş olmasından derin üzüntü duymakta; dolayısıyla, “devletler hukukundan kaynaklanan hakları doğrultusunda” Irak’ın toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesini istemektedir.

2. Türkiye, Irak’ın “kuruluş aşamasında olduğu gibi” Araplar, Kürtler ve Türkmenlerin “ortaklığında” birleşik bir devlet olarak kalmasını arzu etmektedir.

3. Türkiye, “Irak’ın her hangi bir bölgesinde” uluslararası Ceza Yasası’nın 6. maddesinin 3. fıkrası çiğnenerek, etnik temizlik ve nüfus kaydırmaları yapılmamasını beklemektedir.

4. Türkiye, 2007 yılı sonunda, Kerkük’te yapılacak olan referandumun sonucunu etkilemek amacıyla yapılan “iki yönlü göç” uygulamalarının geri çevrilmesini, göç ettirilmiş olanların durumunun da referandum sonuçlarına yansımamasını istemektedir.

5. Türkiye, Irak’ta terör örgütü PKK’nın faaliyetlerine ve varlığına son verilmesini talep etmektedir.

6. Türkiye, “uluslar arası terör ve radikalizme” savaş açtığını iddia edenler ve onlarla ittifak ilişkisi içerisinde bulunanların kesinlikle, herhangi bir şartı gerekçe göstererek terör örgütü PKK’ya yardım yapmamalarını istemektedir.

7. Türkiye, 2007 sonunda Kerkük’te yapılacak olan referandum ile birlikte Irak başta olmak üzere, Ortadoğu coğrafyasının çok korkunç karışıklıklara uğrayacağından endişe duymaktadır.

8. Türkiye, Kerkük’te mevcut şartlar altında yapılacak bir referandumun sonucu önceden belli olması sebebiyle, illa da bir referandum yapılacaksa, 2003 tarihinden önceki nüfus kayıtlarına göre bir referandum yapılmasının daha adil ve sıkıntısız olacağını savunmaktadır.

9. Türkiye, 2003 yılından beri Kerkük’e yönelik göçü teşvik eden “Irak resmi politikası”nın tamiri imkânsız zararlara neden olmakta olduğu gerçeğinin görülmesini ve derhal bu tarz politikalardan geriye dönülmesini arzu etmektedir.

10. Türkiye, 2003 yılından itibaren Kerkük’e yerleştirilen 400 bin Kürt nüfusa karşılık, eş zamanlı olarak yüz binlerce Arap ve Türkmen’e yönelik devreye girdirilmiş olan etnik temizlik neticesinde Kerkük’ün etnik dokusunun iyice tahrip edildiğini; bilinçli bir şekilde bozulan bu etnik yapının tamir edilmemesi halinde ciddi bir iç savaşın başlayabileceğinden endişe duymaktadır.

11. Türkiye, Kerkük’te 2007 yılı sonunda yapılacak olan referandum sonucunda, Barzani’nin Kerkük’e el koyacağını bilmekte; bu durum sebebiyle, bütün Ortadoğu’yu kapsayacak bir istikrarsızlık ve çatışma ortamının doğacağı öngörüsü bağlamında, “haklarını savunmaya yönelik” gerekli her türlü tedbiri aldığını belirtmektedir.

12. Türkiye, Kerkük’te referandum yapılmaması halinde, söz konusu şehri işgal ve savaş çıkarma tehdidinde bulunan Mesut Barzani’nin tehditlerini “ince ayar” politikası bağlamında “şimdilik” kaydıyla görmezden gelmektedir.

13. Türkiye, Kerkük referandumu ve Irak’ın bölünmesi sürecinin durdurulması için, “tarafların uzlaştırılması” da dâhil olmak üzere, yapılabilecek çok şeyin olduğunu ileri sürmektedir.

14. Türkiye, komşu ülkelerin “Irak’ın yaşadığı işgal süreci”nden soyutlanmalarının ve bu ülkelerin edilgen bir tavır içerisine girmelerinin yanlış olduğunu dillendirerek; “Irak’a komşu ülkeler konferansları”nın gerekliliğindeki ısrarını sürdürmekte ve bu ülkelerin ortak aklıyla “çözüme yönelik” somut adımlar atılmasını savunmaktadır.

15. Türkiye, Irak’taki gelişmeleri “bölge halklarının hayatî menfaatleri ve Irak’taki farklı grupların dengeli pay alım ilkeleri doğrultusunda” sevk ve idare edebilmek için, bölge ülkelerinin ellerindeki bütün imkân ve yetenekleri organizeli bir şekilde kullanmalarını beklemektedir. Bu noktada, ABD-İsrail-AB mihverinin de “içerideki farklı gruplara karşı” tarafsız bir tavır içerisinde bulunmasını istemektedir.

16. Türkiye, Irak’a yönelik politikalarını “bir bütün halinde ve geçmiş deneyimlerden istifadeyle” ele alma becerisi gösterememiş olduğunu anlamıştır. Üçüncü AKP Hükümeti’nin yeni dönemde, daha dikkatli ve daha akılcı bir politika izlemesi gerektiği anlaşılmıştır.

17. Türkiye, Irak’tan kaynaklanan sorunları “güncel ve günübirlik” gelişmelere göre takip etme yerine; 1991’den bu yana var olan “Kuzey Irak” ve 2003’den beri yaşanmakta olanı ise Irak sorunu olarak göz önünde bulundurarak kapsamlı bir zihinsel süzgeç oluşturma kararlığı içerisinde olduğu izlenimi vermeye başlamıştır. O halde, yeni dönemde; Türkiye’nin daha dikkatli ve sonuç alıcı bir şekilde hareket etmesi gerekmektedir.

*AB-Uluslararası İlişkiler Uzmanı ve Siyaset Bilimi Doktoru

Dr. Sıddık ARSLAN*

18.08.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri