Hakan Y., e-posta ile şöyle bir eleştiri yöneltti: “Yeni Asya’nın siyasî çizgisinin daha arka planda olmasının gerekli olduğuna inanıyorum. Sürekli belli bir partinin çizgisinde ilerlemek ne kadar demokrat da olsa veya öyle de görünse; ister istemez bu eleştirilerin artmasına sebep olabilir. İnsanlar Risâle-i Nur’lara belki de böyle adres gösterilen bir parti olduğu sürece uzak kalabilirler. Risâle-i Nur’ların düsturlarını insanlara iyi aktarabildiğimiz takdirde parti adresi göstermeye gerek kalmadan her şey kendi doğal seyrinde ilerler kanısındayım. Kişilere ille de şu partiye oy vermelisiniz diye yönlendirmek insanları hür iradelerine ipotek koymakla aynıdır. Risâle-i Nur’ları niteliği ve sayısı belli bir siyasî gruba ait bir eser değil de daha çok insanı kucaklayıcı yönlerini ortaya çıkarmaya çalışmak daha doğru olur. Problemimiz iman problemi buna yoğunlaşmalıyız diye düşünüyorum. Saygılarımla…”
Elbette ülfetin, günlük hay huylar-dan ve siyasî tartışmalardan sıyrılıp mesaimizi iman üzerine yoğunlaştırmalı. İçtimaî ve siyasî meselelere de “imanın özelliği olan hürriyet” ve temel ölçüler perspektifinden bakmalı. Yapılan eleştirilerden, önemli bir ayrıntının gözden kaçırıldığı anlaşılıyor:
Desteklenmesi istenen “Ahrarlar/hürriyetçiler/demokratlar” akımı, zihniyeti, bizim şahsî ve indî tesbitimiz değil; Risâle-i Nur’un içtimaî ve siyasî strateji çerçevesinde yoruma meydan vermeyecek şekilde gayet net olarak ortaya konan bir husustur. Ve asıl yanılgı şudur:
Kur’ânî, Sünnetî hizmet ve siyaset stratejisini de sıradan bir âlim, bir şeyh, bir hoca, bir mühendis, bir politikacı veya herhangi bir parti liderinin çizebileceği zannıdır. Ki, geçmişte kimi siyasî liderler mürşit-mehdî, manevî kurtarıcı olarak görülmüştür. Oysa, günümüzdeki hizmet ve siyaset stratejisini Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’de otorite/uzman olan belirleyecektir. O da, bize göre, büyük bir İslâm mütefekkiri, müfessiri ve müceddidi olarak Bediüzzaman’dır. Şu ifadelerde bu vazifenin onun olduğu beyan edilir:
“Halbuki, bilmecburiye bunu haber veriyorum ki: Bu dürûs-u Kur’ân’iyenin (Kur’ân dersleri Risâle-i Nur) dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar, vazifeleri-ulûm-u îmâniye cihetinde-yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve îzahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u îmâniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz.1
“Ulum-u imaniye”, Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’den ilhamla tefsir, hadîs, fıkıh, kelâm, tasavvuf, ahlak gibi manevî; felsefe, sosyoloji, pedagoji, psikoloji gibi sosyal; astronomi, fizik, kimya v.s. gibi fen ilimlerinin harmanlanmasıyla hasıl olan en yüksek İslâm ilmidir. Risâle-i Nur’u inceleyen akıl ve insaf sahibi herkes; iman, kelâm, tasavvuf, ahlâk, hatta fıkıh dahil (ihtiyaç olan konularda), içtimaî ve siyasî meseleleri de halletmiş, hizmet stratejisini belirlemiş olduğunu görür. Dolayısıyla asla başka düşüncelerin, farklı metotların, şahsî, indî değerlendirmelerin ona karıştırılmasını istememiştir. Takip edelim:
“Eğer biri dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve îzah hâricinde birşey yazsa, soğuk bir muâraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risâle-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhatıdır.2
“Allame” dünya çapında bir mütefekkir ve alimdir. “Müçtehid” ise, Kur’ân ve Sünnet’ten hüküm çıkaran alim, imam, mezhep önderi demektir. Demek ki, “allame ve müçtehid” de olsalar görevleri; kendi kafalarına göre değişik bir yol, başka bir siyasî strateji çizmek değil, Risale-i Nur’da ortaya konan formülleri “izah etmek, şerhetmek/yorumlayarak ortaya koymaktır.” Ve bunu, Risâle-i Nur’un ruhuna uygun yapmalıdır.
Peki, bu uygunluğu kim tesbit edecektir? Elbette Risale-i Nur! Çünkü, Risâle-i Nur’un hocası Risâle-i Nur’dur. Risâle-i Nur, başkalarından ders almaya ihtiyaç bırakmıyor.3 Üstad, şeyh, hoca, yani şahıs endeksli eğitim sistemini kaldırmış, yerine eser, fikir, ilim endeksli bir model ortaya koymuştur.
Şu halde siyasî ve içtimaî ölçüleri de kendimiz veya başkaları değil; Risale-i Nur tesbit edecektir. Çünkü, vazife onundur. Biz ortaya konan bu gerçekleri anlamaya, müzakere, mütalâa etmeye, meşveretle berraklaştırmaya çalışmalıyız. Yoksa, kafamızı karıştırıp, yeni bir yol veya başkasının metodunu ona uyarlayamayız. Buna Risâle-i Nur da müsaade etmez. Zaten, Üstad da kendisi, kendi aklını karıştırmamış. (Bu meseleyi daha genişçe ele alacağız.)
Dipnotlar:
1. Mektubat, s. 178.; 2. Mektubat, s. 178.; 3. Sözler, s. 723.
18.08.2007
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|