Birgün Allah Resûlü (a.s.m.), “Sana beş bin koyun mu vereyim, yoksa din ve dünyana yarayacak beş cümle mi öğreteyim?” diye sormuştu Hz. Ali’ye.
Bu soru, “Ben istesem şu dağlar ve taşlar arkamda altın ve gümüş olarak gelir” buyuran Allah Resûlüne aitti. Onun için beş bin koyun mesele miydi? Hem, ganimetlerin beşte biri Resûl-i Ekrem’indi. (a.s.m.). Hz. Ali bu soruya şu cevabı verdi: “Ey Allah’ın Resûlü! Gerçi beş bin koyun iyi bir servet, ama sen yine de bana beş cümleyi öğret.”
Hz. Ali beş bin koyunu tepmiş, din ve dünyasına yarayacak beş cümleyi tercih etmişti. O beş cümle harika bir duâydı ve şu mealdeydi: “Allah’ım, günahlarımı bağışla. Ahlâkımı güzelleştir. Kazancımı helâlinden ve hayırlısından ver. İhsan ettiğin rızıklara karşı beni kanaatkâr eyle. Ve beni hak yoldan saptırma” (Kenzü’l-Ummal, 1:305.)
Gerçekten bu beş cümle, beş hakikat, değil beş bin koyun, beş yüz bin koyundan daha değerli zengin bir hazinenin, inanan bir insan için günahların bağışlanması, ahlâkın güzelleşmesi, helâl ve hayırlı kazançlar, kanaatkârlık ve hak yolda sebat etmek kadar önemli başka ne olabilir? Bu her bir altından, elmastan daha değerli hakikatler gerçekten baha biçilmez bir hazinedir.
Fani, gelip geçici değil hiç eskimeyen, her zaman önem, değer ve ağırlığını koruyan bu hazineyi muhafaza etmek ne kadar mühimdi.
Nazarların fani dünyaya yöneldiği bir zamanda ebedî olana, onun için gerekli olan esaslara yönelmek, bunlara ağırlık vermek aklın gereği değil de nedir?
Günahların bağışlanması manevî temizliği ifade ediyor. Bu temizliğin hemen akabinde güzel ahlâkla donanma yer alıyor. Helâl dairede yaşamak ve her şeyin hayırlısını istemek, kanaatkâr olmak, hak yolda sebat etmek, sapmamak ise güzel ahlâkın birer parçası.
Bu güzel hasletlere sahip geçici değil, kalıcı ve maddî servetlerle kıyas edilemeyecek derecede bir servete kavuşmuş oluyor.
Demek Hz. Ali ahirette işe yarayacak hususları öne almak suretiyle ne kadar akıllıca hareket etmiş.
18.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|