Demokrasilerde seçmen vatandaşın tercihi, seçilenlerin ise söz ve davranışları büyük önem taşıyor ve yankı uyandırıyor.
Bu sebeple, seçmen tercihini yaparken, seçilenler de bilhassa konuşurken bir hayli dikkatli olmaları gerekiyor.
Dikkatsizlik eseri türünden söz ve hareketler, her iki kesime de çok pahalıya mal oluyor.
Tıpkı, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in son açıklamaları üzerine yaşanan polemikler ve kopartılan fırtınalar gibi...
* * *
Baydemir'in kast ve niyeti ne olursa olsun, içinde hayli vurgulu bir biçimde yer alan "savaş" ve "kale" gibi tâbirler, hiç de hoş kaçmadı, şık durmadı.
Dahası, bu sözlerin kendisine de, kendisiyle polemiğe girenlere de hiçbir faydası olmadı. Olamaz da.
Zira, bu tür söz ve polemikler, hiçbir problemi halletmediği gibi, sade gerilim doğurur, sosyal ve siyasî tansiyonu yükseltir. Farklı unsurları birbirine karşı yabaniliğe ve düşmanlığa iter.
Ortamı germek, haliyle itici, hatta kışkırtıcı rol oynadığı için, taraflar arasında zıtlaşmayı netice verir. Böyle bir zıtlaşmadan ise, ancak başkaları (bilhassa ecnebiler) istifade eder.
Gerilimden istifade için tetikte bekleyen bir diğer zümre ise, baskıdan, diktadan, darbecilikten başka birşey bilmeyen ve düşünemeyen bir takım kişi ve gruplardır.
Bunlar, zaten kriz avcılarıdır. Eften püften bahane arıyorlar.
Ellerine koz vermemeye, kullanacakları malzemeyi üretmemeye âzamî dikkat gerekir.
* * *
Bin yıldan fazla bir zamandır bu toprakla üzerinde müşterek bir hayat yaşayan Türklerle Kürtler arasında, tarihin hiçbir devresinde ırkî mânâda herhangi bir zıtlaşma, çatışma, kutuplaşma hadisesi vuku bulmadı.
Siyasî ve ideolojik cereyanlar bulantı vermediği yerlerde, bugün için de herhangi bir sıkıntının söz konusu olmadığını rahatlıkla söylemek mümkün.
Ne var ki, "Kemalist Türkçülük"ün tetiklediği aksülamel ile, "ayrılıkçı Kürtçülük" damarı da yer yer depreşti ve memleketin huzurunu, sükûnunu baltaladı.
Bu her iki cereyan da, muhalif ve muarız doğuruyor. Husumetten, düşmanlıktan besleniyor. Cepheleşmeyi kışkırtıyor. Huzura, barışa darbe vuruyor.
Oysa, tarih bize gösteriyor ki, "Kürtlerin içtimaî huzur ve saadeti, Türklerin hayat ve saadetinden neş'et ediyor, çıkıyor." (Bkz: Münâzarât, s. 124)
Esasen, bu iki büyük Müslüman unsurun kaderi birbirine bağlanmış. Birinin rahatı, huzuru bozulduğunda, diğeri asla ve kat'a rahat edemiyor, huzur bulamıyor.
Bin küsûr yıllık tarih, bu düşündürücü hakikatin en doğru şahididir.
GÜNÜN TARİHİ 10 Eylül 1962
Darbecilerden ağalara gözdağı
Meşrû iktidarı (DP) devirerek memleketin başına çöreklenen Milli Birlik Komitesini (MBK) keyfî tasarruflarından biri de "ağaların sürgünü"ydü.
27 Mayıs İhtilâlinden hemen sonra, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinden 55 kişilik nüfuzlu ağayı (toprak ağası) gözdağı vermek maksadıyla Batı Anadolu'nun muhtelif merkezlerine sürgün eden MBK, 10 Eylül 1962'de bu cezayı kaldırdığını açıkladı.
Burada önem kazanan husus, ağaların durumu, günahı–sevabı değil, insanların hukuk dışı ve toplu halde cezalandırılması meselesidir.
Darbecilerin cezalandırma mantığı
Darbecilik, tarihteki uygulamalarına bakıldığında genellikle "zulümkârlık"la eşdeğer bir mânâ ve mahiyet kazandığı görülüyor.
27 Mayıs Darbesi de öyle...
İktidardan alaşağı ettikleri siyasîleri toplu halde Yassıada'ya sevk eden darbeciler, kimi dindar şahsiyeti "Sivas kampı"na, nüfuzlu ağaları da yerinden yurdundan ederek Batı bölgelerine zoraki bir tarzda gönderdi.
Bütün bu icraatın normal kànunla, hukukla bir alâkası yoktu. Yapılanlar, tamamıyla "Dediğim dedik, çaldığım düdük" kàbilinden icraatler idi.
Darbecilik mantığının bir köşesinde daima "kuvvetliden korkmak" ve "muhaliflerini toptan cezalandırmak" his ve anlayışı yer alır.
Onun için, meseleye ağaları vesâireleri savunup savunmamak açısından değil, ihtilâl mantığını sorgulama noktasından bakmak gerekir.
10.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|