Bazı zevâtın bizi siyaset yapmakla suçlamalarına karşılık; doğrudan siyasetle ve siyasetçilikle hiç bir alâkamızın bulunmadığını, hele de bugünün günübirlik, menfaat üzerine dönen, ayak oyunlarından ibaret olan siyasetiyle ilgilenmediğimizi hep söyledik.
İsnat ve ithamların muârız cenahtan değil de dost çevrelerden gelmesi olayın bir başka üzücü tarafı olsa da, bizden kaynaklanan ve yanlış anlaşılmalara sebep olan yanlışlarımıza veya eksikliklerimize yönelik tenkit ve tavsiyeleri kabul ile birlikte, hak etmediğimiz, yersiz ve haksız isnat ve ithamlar karşısında da, bir yandan aramızdaki uhuvvet ve kardeşlik bağlarının zarar görmemesi için, diğer taraftan da her yönüyle rehber diye kabullendiğimiz Bediüzzaman’ın bütün insanlığın istifadesine sunduğu hak ve hakikatları, prensip ve düsturları kudsî hizmetlerimiz adına bildiğimiz kadarıyla bir defa daha derhatır etmenin doğru olacağına inanıyorum.
Günü birlik, ucu dışarıda olan bu günün siyasetiyle bir ilgimizin bulunmadığını itiraftan sonra, ilgilendiğimiz ve alâka duyduğumuz yegâne konunun kudsî değerlerimiz olduğunu hemen belirtmekte fayda var.
Uhrevî hayatımızı alâkadar eden manevî değerlerimiz söz konusu olduğu için ve bizim açımızdan bütün siyasetlerin fevkinde olan bu meselenin önemli bir ucu da siyasete ve siyasîlere dayandığı için bu meseleleri konuşurken dolaylı olarak sözü bu günün siyasetine ve siyasîlerine getirmek zorunda kalıyoruz.
Her türlü yalana, iftira ve karalamalara açık olan bu günün siyasetine âlet edilmemesi gereken dinî değerlerimizin, böyle ciddi bir tehlike karşısında zarardîde olmaması için Bediüzzaman’ın tavsiye ve düsturları doğrultusunda tavır takınıyoruz, yazıyoruz, konuşuyoruz.
Geçmişten günümüze dinimizin yüce değerleri, siyasî oyunlardan zarar görmedi mi? Siyasetçilerin hedef tahtası haline getirilmedi mi? Bugün halen onların üzüntüsünü, sıkıntısını millet olarak yaşamıyor muyuz?
Geçmişten günümüze baktığımızda, bazı siyasîler laiklik adına, çağdaşlık adına acımasızca kudsî değerlerimizle oynamadılar mı, halen de bu oyunlara devam etmiyorlar mı?
Yine bu meyanda geçmişte olduğu gibi bazı siyasîler, dini ve dinî değerleri, bugün de siyasî emellerine, mevkilerine âlet etmiyorlar mı?
Yakın siyasî tarihimizi bilenlerin malûmu olduğu gibi, din-i mübînin ve dindar milletimizin en çok haksızlığa uğradığı, en çok sıkboğaz edildiği devre, Halk Partisi hükümetinin iktidar olduğu devredir. Ezanın Türkçeleştirildiği, camilerin ahırlara dönüştürüldüğü, her türlü dinî faaliyetin yasaklandığı devre bu devredir.
Dinin ve dindarların zarar gördüğü, haksızlıklara ve hakaretlere dûçâr olduğu ikinci devre de, ne acıdır ki dindar kimlikli siyasî kadroların hükümet oldukları devrelerdir.
Garip ve ibretlik bir gerçektir ki dindar kadroların iktidarda oldukları zamanlarda manevî sahada kayda değer bir adım atılmadığı gibi, hazır bir çok İmam Hatip okulu, İlahiyat fakülteleri, Kur’ân kursları kapatılmış, başörtüsü yasağı bütün şiddetiyle devam etmiş, İmam Hatip mezunlarına zenci muâmelesi yapılmıştır. Diğer taraftan da yine bu devrede alkol, uyuşturucu, zina, kumar, hırsızlık gibi kötü alışkanlıklarda görülmemiş bir artış olmuştur.
İnsan düşünmeden edemiyor; muhafazakâr hükümetler zamanındaki bu menfî manzaraların hikmeti nedir? Böyle olacaksa (ki böyle oluyor) o zaman dindar kadroların başa gelmesinin ne kıymeti var? Milletin birikmiş dertlerini, problemlerini çözmek vaadiyle başa gelen dindar görünümlü hükûmetlerin iktidar olmalarında bir fayda var mı, bilemiyorum.
Durum böyle iken şu söylediklerimizden dolayı bize sitemde bulunan, bizi siyaset yapmakla suçlayan dostlara soruyoruz: Bu söylediklerimiz doğru değil mi? Hepimizin ortak sıkıntısı olan bunları beraberce yaşamadık mı, halen de yaşamıyor muyuz?
Bu ülkede birileri laiklik, çağdaşlık adına dine ve dindarlara hakaret ederken, maalesef birileri de arzuladıklara makam ve mevkîlere gelmek uğruna dini ve mukaddes değerleri tepe tepe kullanırken, bizler de bunlara karşı sessiz ve seyirci mi kalalım?
Hiçbir siyasî tarafgirliğe girmeden, Risâle-i Nur’dan anladığımız kadarıyla ifade etmeye çalıştıklarımız, bazı çevrelerce halen siyaset diye algılanıyorsa bunun vebali ve kabahati bize ait olmaz. Veya Bediüzzaman’ın Münâzarât’ta, Hutbe-i Şamiye’de, Divan-ı Harb-i Örfî’de, Beyanat ve Tenvirler’de ısrarla söylediklerini yeniden sorgulamak gerekir!
09.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|