Günlük koşuşturmaca ve varlığın katı yapısı ortasında insanın hayatı anlamlandırması zaman zaman zorlaşıyor. Bu durum benlik ve varlığın asıl bağlantı noktasından kopması ve gerçek anlamını yitirmesinden kaynaklanıyor olmalıdır. Varlığı yatay düzlemde tanımlamak ve sadece maddî yönü ile anlam yüklemek ferdî âlemi çok sığlaştırıyor. Hatta her şey anlamını yitiriyor diyebiliriz.
Hayat, anlamını yaratılış gayesi ile uyumlu şekilde ele alındığında buluyor. Fert çevresindeki her şeyi Rabbi ile irtibatlandırdığında, varlığa yüklenen anlam o kadar farklı bir hal alıyor ki yaşadığınız her halin ve her saniyenin anlamlı olmasının getirdiği güzellikle yaşanan bir hayat elbette çok daha anlamlı ve yaşanmaya değer bir anlam ifade ediyor. Varlığın temel yapı taşı olduğu düşünülen zerrelere yüklenen anlam ve onların anlaşılması gerek bilimin, gerekse insanlığın en önemli problemlerinden biri olagelmiş. Belki de zerre anlamlı hale geldiğinde bütün varlıkların da anlamlı olacağı düşüncesi ile bu problem insanlığın gündeminde çok farklı bir yerde ve farklı bir önemde gözleniyor.
Tahavvülat-ı Zerrat isimli eserinde Bediüzzaman zerrelerin titreşimini kudret kaleminin kâinat kitabının yazılması esnasındaki hareketinde zerre anlamını ifade eden kaleminin ucu şeklinde muhteşem bir tanım yapıyor. Sırf bu tanım çerçevesinde algılanan varlık tablosunda çevrenizdeki her şeyin kudret kalemi ile çiziliyor olduğunu bilmek şeklindeki varlık algısı ferdi her an kudret kalemi ile ve Rabbi ile irtibatlı hale getiriyor. Bu sadece ferdin dünyasında oluşturduğu varlık algısı ve benlik tanımı açısından bakıldığında bile çok güçlü bir hakikat.
Diğer taraftan 24. Mektupta, kâinatın, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) kabul edilmiş bir duâsı olduğunu ve kâinatın yaratılış maksadının ya da sebebinin bu güçlü duâ ve o duâya amin diyen mü’minler olduğunu ifade ediyor. Bu duâ sonsuz bir mutluluğun duâsı. Bu duâ Rabbi’nin güzel isimlerini hissetme duâsı. Bu anlamda ele alındığında hayatın gerçek güzelliği ve anlamı da bu arayışlarla ortaya çıkıyor olmalı.
Bu iki mânâyı kendi hayal dünyamda birleştirdiğimde varlık âleminin tanımı ile ilgili olarak beni çok etkileyen bir tanım ortaya çıktı. Bu bir hissedişin paylaşılması olduğundan bir delil ya da mantık, bilim zemininde bir isbat arayışının çok gerekli olmadığını düşünüyorum.
Şimdi Âlemlerin Rabbi ile Âlemlere Rahmet olarak gönderdiği zatı (a.s.m.) Mi’rac’da kâb-ı kavseyn durumunda hissetmeye çalışalım. Bu iki kavis mânâsının ortasında kâinatı ve bütün varlıkları hayal edelim. Varlığın Hazret-i Muhammed (a.s.m.) tarafından Rabbi’ne yönelik algılanışında sanki zerrelerin titreşimi o mübarek ağızdan çıkan “saadet-i ebediye” ve Âlemlerin Rabbi’nin güzel isimlerine mazhariyet duâsının titreşimine dönüşüyor. Kâinat Sultanı’ndan bu âleme doğru yönelen boyutu ile yani melekût âleminden mülk âlemine yönelen şekli ile kâinat, Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ve onun duâsına çok gür bir sada ile amin diyenlerin duâsını kabul ettiğini, kâinat şeklinde ya da kâinat sesi ile ifade edişinin titreşimine dönüşüyor. İşte zaman ve mekân sınırlılığının dışına çıkılabilme imkânı olsa ve varlık, Kâinat Sultanı’nın, en seçkin muhatabı (a.s.m.) ile görüşmesi esnasında karşılıklı muhabbetlerin dile getirilişindeki mukaddes mânâların maddî âlemde karşılığı olan seslerin titreşiminin zerrelerin titreşimi şeklinde algılanan bir kâinat tablosu müthiş bir varlık algısı oluşturuyor.
Bu durumda elinizde tuttuğunuz bir bardak Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) Rabbi’ne yönelttiği bir sevgi ifadesine dönüşüyor. Bedeniniz ve çevrenizdeki bütün varlıklar Rabbinizin bu muhabbet ifadesine mukabelesinin ve bunu kulların alanına mülk olanların seviyesine inmiş olarak ifade etmesi esnasında yani kevnî olarak ifade esnasındaki titreşime dönüşüyor. Dokunduğunuz ve algıladığınız her şeyin gerisinde Hazret-i Muhammed’in duâsının sıcaklığını hissetmek ve Rabbiniz’in o duâya mukabelesinin kudsî sesi ile zerrelerin titreştiğini algılamak çok güçlü bir varlık algısı. Zerrelerin bu mânâda titreştiğini algılayan ve bunu ruhunda gerçekten hisseden ferdin dünyasında hayatın sıkıntılı ve anlamsız olabileceği herhangi bir an ya da varlıkla bağında olumsuz bir yön bulunabilir mi? Varlığı Rabbi’nin elçisi (a.s.m.) görüşmesine tanıklık olarak algılamak ruhları zerreler gibi titreten ve tarifi imkânsız hayat enerjisi veren bir hal olmalı.
İnsanlık ve bilim adamları uzun zamandır her şeyin anlamını ve işleyişini çözecek bir arayış içindeler. Süpersicim gibi teoriler bu arayışın sonuna doğru yaklaşıldığı ümidini doğurdu. Ancak belki de en temel problem anlam arayışını sadece maddî alanda ve fizikî yaklaşımlarla yürütmek oldu. Her şeyin teorisinin arayışı içinde her şeyin en temel özelliğinin ‘yaratılmış olmak’ şeklinde ortaya konmaması muhtemelen bilimin yaşadığı en büyük sıkıntı kaynağı. Bilim de bu anlamda seküler olmak takıntısından kurtulmalı ve eşyanın gerçek zemininden uzaklaştırılarak anlamlandırılması zorlamasından uzaklaşmalıdır.
03.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|