Demek sular çekilebiliyormuş... Demek suların çekilmesi karşısında çok da aciz ve çaresiz kalabiliyormuşuz... Hayatımızın devamı için en önemli madde olan suyu kendi güç ve kudretimizle elde edemeyeceğimizi bilmem anlayabildik mi? Gururumuz ve enaniyetimizden utanabildik mi bari? Firavunluk hâletlerinin başımıza ne musibetler getirdiğini anlamışızdır inşallah...
Kendi başımıza bir hiç olduğumuzu, çok zayıf, aciz ve fakir olduğumuzu inşallah anlayabilmişizdir. Ümit ediyorum ki suyun ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlamaya başlamışızdır. Yine ümit ediyorum ki, suyun bizler için Rabbimizin büyük bir ikramı olduğunu da idrak etmeye başlamışızdır.
İnşallah kuruyan su kaynaklarının, göllerin “Günahlarınızın neticesini gördünüz mü?” şeklindeki feryatlarını kulaklarımız duymaktadır. Yağmur yağdırmayan bulutların hal dilleriyle söylediklerini de anlayabilmişsek ne mutlu bize. Eğer cinayetlerimizin bizleri nasıl aciz bir duruma düşürdüğünü görebilmişsek, demektir ki ikazlar hedefine ulaşmıştır.
Rabb-i Rahimin Mülk Sûresi’nin son âyetinde ifade buyurduğu “De ki: Eğer suyunuz yerin dibine çekilecek olsa, kimdir size tekrar bir akarsu getirecek olan?” sorusunun şimdi biz gaflet ehline sorulduğu zamandır. İşte aynen, sularımız yerin dibine çekilmiş ve hiçbir faninin tekrar bir akarsu getirmeye gücü yetmediği zamanı yaşıyoruz.
Yapabileceğimiz tek şey vardır ki, o da büyük bir acziyet ifadesiyle Rabbimize yalvarmak, işlediğimiz günahlarımızdan büyük bir nedametle temizlenmeye çalışmaktır. Belki gazap rüzgârları diner ve masum insanlar, günahsız yavrular ve boynu bükük mahlûkat hürmetine merhamet rüzgârları tekrar esmeye başlar.
Şimdi Rabbimize yönelmek zamanıdır. Şimdi büyük bir samimiyetle tevbe ve istiğfar etme zamanıdır. Bizler kalpleri mühürlenmiş, kulakları tıkanmış, gözleri kör olmuş insanlara bakmayalım. Yine günahlar işlenmeye devam edilecek, yine isyanlarla nankörlüğün dik âlâsı gösterilecektir.
Hiçbir zaman ortalık süt liman olmayacak bu dünya hayatında. Bu sebepledir ki, küfür karanlıkları içinde yaşamaya devam edenler şevkimizi kırmamalı. En önemlisi de, onlar bizim Rabbimize karşı olan görevlerimizi yapmamıza engel olmamalılar. Kulluk vazifelerimizi bırakıp da onların boş gürültülerine merak etmeyelim. Merakımızı gerçekleri anlamak için harcayalım.
Biliyoruz ki başımıza açılmış en büyük dâvâ imanı kurtarmak dâvâsıdır. Dünyamızı bu önemli dâvâya feda edemezsek, dâvâmızı dünyamıza feda etmek zorunda kalacağız. Büyük bir inanç ve teslimiyetle Rabbimizin rızasını kazanmayı en büyük ideal bilmeliyiz. Onun rızası dışındaki dünyevî hiçbir değerin zerre kadar bir değer ifade etmediğini bilmemiz gerekir.
Habibullah’ın (asm) kâinatı aydınlatan nurunu görüp ehemmiyetini anlayabilirsek ve bu nurdan istifade etmeyi hayatımızın en büyük gayesi haline getirebilirsek dünyanın hiçbir ahvâli bizleri dehşete düşüremeyecektir. İşte bütün mesele bu...
Bizler kendimizi mücrim bilelim. Hiçbir zaman nefsimize güvenmeyelim. Meydana gelen bütün musibetlerden dolayı nefsimizi suçlayalım, ibadetleri ihmal etmemizin başımıza olmadık felâketler getirebileceğini unutmayalım.
Kaybedenler zaten kaybetmiştir. Onların hiçbir hareketi başımıza gelenlerin bir sebebi olmayabilir. Ama kazanma ümidini taşıyan bizlerin ihmali aklımıza gelen her türlü musibetlerin sebebi olabilir. Bizler ihmalkâr davrandıkça Rabbimiz bizleri musibetlerle ikaz ediyor, kurtulamadığımız günahlarımızın temizlenmesi için bizlere bu dünyada ceza veriyor.
Eğer hem dünyamızın, hem de âhiretimizin mamur olmasını istiyorsak, günahların çirkin arkadaşlıklarından kendimizi kurtarmamız lâzımdır. Rabbimizin rızası dairesinde bir hayat sürme başarısını elde edebilirsek ve gerçekten nefis ve şeytanların oyunlarını boşa çıkarabilirsek, o zaman hem dünyada rahat bir hayat süreceğiz, hem de ebedî âlemde İlâhî nimetlere nail olmanın imkânına kavuşabileceğiz.
03.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|