|
|
Bazen günleri sayarsın, bazen yılları, bazense mevsimleri.
Çocuklar gibi, “yatacağız, kalkacağız, yatacağız, kalkacağız” diye de sayabilirsin. Ama “İlkbahar bitecek, sonra yaz. Yaz bitecek, sonra sonbahar” diye sürüyorsa geri sayımın, çetelene bir çizik daha atabilirsin.
Ramazan için sabırsızlanıyorsan da, ne mutlu sana. Hem Ramazan için sabırsızlandığın için, hem de Ramazan’a yaklaştığımız için.
Büyümek için sabırsızlanan bir çocuksan, her gün biraz daha büyüdüğün gibi, her yıl ve her mevsim de büyüyorsun. Yaz bitti ve sen işte büyüyorsun.
Kışın doğacak bir bebeksen, korkarım, hayat, şu an bulunduğun yer kadar konforlu değil. Ama hayat biraz da zaten rahatı terk etmektir. Sen saymasan da, senin yerine geri sayanlar olduğundan eminim; kıyafetlerinin ve sıcacık kucağının hazır olduğundan emin olduğum gibi. Konfor konusundaki eksiklikler, sevgiyle giderilecektir.
Gökyüzünde kar olup yağmayı bekleyen bir bulutsan, merak etme az kaldı senin sırana da. Emin ol, biz de senin için, en az senin kadar sabırsızlanıyoruz.
Eksi isen, hava durumu raporlarındaki, biraz daha bekleyeceksin; ama senin de zamanın az kaldı.
Odun, kömürsen, yanmak için; battaniye isen, ısıtmak için; kalın giysilersen, giyilmek için; sen de bir mevsim düşür, geri sayımından.
Ders kitabındaki harfsen, dudaklarda söylenmek, zihinlere yerleşmek için fazla zamanın kalmadı.
Sıcak memleketlere uçacak bir göçmen kuşsan, bavulunu hazırlamaya başlasan iyi olur.
Çiçeksen, vedalaşma zamanı yaklaştı demektir. Üzülme ve üzülmüyoruz, gelecek yaz yine görüşeceğiz.
Daldaki yapraksan, inişe geçmek için hazırlıklara başlayabilirsin. İniş takımlarını kontrol ederken, gelecek yaza dair düşler de kurabilirsin.
Yaz saatiysen, biraz daha kullanıp, sonbaharda görüşmek üzere vedalaşacağız seninle. Bize hayatı bir saat ileriden yaşattığın için teşekkürler.
Kışlık yiyeceklersen, senden bahsederken yutkunduğumuzu da fark etmişsindir. Ne kadar da özlemişiz seni.
Bardağın boş tarafını da görmek isteyebilirsin, bir mevsim daha bitti hayatımızdan diyebilirsin. Ama ne dersen de, yeni bir mevsim ve yeni hayatlar başlıyor, hayatımızda…
03.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|
|
Süleyman KÖSMENE |
İmam-ı Azamın fıkıh akademisi |
|
İzmir’den okuyucumuz:
*“İmam-ı Azam’ı tanıtır mısınız?”
İmam-ı Azam Ebû Hanife, yaklaşık 1239 yıl evvel; hicrî 150 yılı Şaban ayında; milâdî olarak da 767 yılının bir Mayıs sabahında, Abbasî Halifelerinden Halife Mansur’un siyasî hışmına uğrayarak Abbasî hapishanelerinin birinde zehirlenen ve bir yıldız gibi dünyadan kayıp, âlemi bekaya irtihal eden bir fıkıh otoritesidir. Hanefî Mezhebi Kurucusudur.
Asıl adı Numan bin Sabit olan İmam-ı Azam Ebû Hanife Hazretleri (ra), hicretin 80. yılında (Milâdî 699’da) Kûfe’de zengin ve muttaki bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Daha doğmadan evvel Hazret-i Ali’nin (ra) duâsına mazhar oldu. Küçük yaştan itibaren kendisini ulema arasında bulan Ebû Hanife (ra), Enes bin Malik (ra) gibi birkaç sahabe ile görüşme imkânı buldu ve hadis rivayet etti. Gençliğinde ilimle beraber bir süre ticaretle de uğraştı; ancak daha sonra kendisini tamamen fıkıh ilmine verdi. Dört bine yakın âlimden hadis dinledi. Fıkıh ilminde Hazret-i Ali, Hazret-i Ömer ve Abdullah ibn-i Mes’ud’un re’y ve içtihad metodlarından etkilendi ve bu kol üzerine fıkıh sistemini kurdu. Hocası Hammâd bin Süleyman’ın (ra) dizleri dibinde 28 yıl fıkıh ilminde yoğruldu. Hocası vefat ettiğinde artık fıkıh ilminde ehliyet ve içtihat sahibi olduğundan talebe arkadaşlarının ve halkın ısrarı üzerine, kırk yaşlarında, ders halkasının başına geçti.
İmam-ı Azam’ın (ra) ders halkası eşsiz bir fıkıh akademisi gibi çalıştı. Irak, Horasan, Harezm, Türkistan, İran, Yemen ve muhtelif bölgelerden gelen talebelerle ders halkası doldu taştı. Karşılıklı soru-cevap tarzında ders işlerler; derslerinde en müşkül mes’elelere bile İslâmın temel kaynaklarından çözümler bulurlardı. Ders halkasında beş yüz bini aşkın mes’ele üzerinde çözümler üretildiği rivayet edilir. Talebeleri arasından pek çok İslâm hukukçusu yetişti. Bunların en meşhurlarından İmam-ı Ebû Yusuf, İmam-ı Muhammed ve İmam-ı Züfer, İslâm fıkhının tedvin ve tasnifi için büyük gayret sarf ettiler ve Hanefî mezhebinin olgunlaşmasında eşsiz hizmetlerde bulundular.
İmam-ı Azam, fıkıh ilmiyle beraber tefsir, hadis, kelâm ve diğer İslâmî ilimler bakımından da zirvedeydi. Münâzâra yoluyla hak yoldan sapmış fırkalarla mücadele etti. Mu’tezilîler, Haricîler, Kaderiler, Şiîler ve İnkârcılarla birçok münâzarâalara katıldı ve mağlûp etti.
Bediüzzaman Hazretlerinin (ra), Sahabelerden ve Mehdî’den sonra en efdal dört İmam arasında saydığı İmam-ı Azam Ebû Hanife1, vak'arı, tevazuu, takvası ve ilmi ile temayüz etmişti. Hediye kabul etmezdi. Bir gün Halife Mansur’un kendisine on bin dirhem hediye göndereceğini söylediler; buna razı olmadı. Hediyenin geleceği gün kimse ile görüşmedi. Halifenin adamı hediyeyi bir beze sararak evinin köşesine koymuştu. Ebû Hanife (ra) vefatı öncesinde oğluna yazdığı vasiyette, o bez içindeki hediyenin Halifenin adamına iade edilmesini istedi.
Halife Mansur kendisini baş kadılığa tayin etmek istedi ve bunda ısrar etti. Ancak Ebû Hanife baş kadılığın siyasî bir makam olduğu ve bunun da ilmî çalışmalara engel olacağı endişesiyle kabul etmedi. Halife kendisine niçin baş kadılığı kabul etmediğini sorduğunda ise:
“Ben baş kadılığa salâhiyetli değilim! Senin de bu vazifeyi bana vermen doğru olmaz!” dedi. Halife tekrar: “Neden?” diye sordu.
İmam-ı Azam (ra):
“Eğer doğru bir adam isem bu vazife bana yaramaz! Eğer yalancı isem, yalancılar kadı olamaz!” dedi.2
Ancak Halife Mansur emrinde ısrarlıydı. İmam-ı Azam’ın nüfuzunun siyasî olduğunu zannetmiş, bunu kırmak için pasif bir göreve çekmek istemişti. Ancak Büyük İmam bu görevi reddedince zor kullanmaya başlamıştı. Hiçbir zorlamayla da yılmayan ve hiçbir dünyevî makam ve mevkiyi kabul etmeyen İmam-ı Azam Ebû Hanife’yi, ne yazık ki Abbasî Halifesi daha sonra, ömrünü verdiği o ilim merkezinden ayırdı, hapse attırdı ve kırbaçlatmaya başladı. Hapiste zehirlendiği de rivayet edilir. Nihayet sağlığı bozulunca hapisten çıkarıldı; ancak Büyük İmam artık fazla yaşamadı ve fıkıh ilminin tedvin ve tasnif çalışmalarını talebelerine emanet ederek, yetmiş yaşında hayata gözlerini yumdu. Şimdi; bin yılı aşkın süredir İslâm fıkhına yaptığı hizmet ile onun adı dillerden, gönüllerden ve duâlardan düşmezken; ona zulmedenler kabirde azap çekiyorlar!
Allah ondan razı olsun! Rahmetullâhi Aleyh! Âmin.
Dipnotlar:
1- Bedîüzzaman, Mektûbât, s. 271
2- Gazâlî, İhyâ, c. 1, s.74
03.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|
|
Nimetullah AKAY |
Susuzluk ile imtihanımız |
|
Demek sular çekilebiliyormuş... Demek suların çekilmesi karşısında çok da aciz ve çaresiz kalabiliyormuşuz... Hayatımızın devamı için en önemli madde olan suyu kendi güç ve kudretimizle elde edemeyeceğimizi bilmem anlayabildik mi? Gururumuz ve enaniyetimizden utanabildik mi bari? Firavunluk hâletlerinin başımıza ne musibetler getirdiğini anlamışızdır inşallah...
Kendi başımıza bir hiç olduğumuzu, çok zayıf, aciz ve fakir olduğumuzu inşallah anlayabilmişizdir. Ümit ediyorum ki suyun ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlamaya başlamışızdır. Yine ümit ediyorum ki, suyun bizler için Rabbimizin büyük bir ikramı olduğunu da idrak etmeye başlamışızdır.
İnşallah kuruyan su kaynaklarının, göllerin “Günahlarınızın neticesini gördünüz mü?” şeklindeki feryatlarını kulaklarımız duymaktadır. Yağmur yağdırmayan bulutların hal dilleriyle söylediklerini de anlayabilmişsek ne mutlu bize. Eğer cinayetlerimizin bizleri nasıl aciz bir duruma düşürdüğünü görebilmişsek, demektir ki ikazlar hedefine ulaşmıştır.
Rabb-i Rahimin Mülk Sûresi’nin son âyetinde ifade buyurduğu “De ki: Eğer suyunuz yerin dibine çekilecek olsa, kimdir size tekrar bir akarsu getirecek olan?” sorusunun şimdi biz gaflet ehline sorulduğu zamandır. İşte aynen, sularımız yerin dibine çekilmiş ve hiçbir faninin tekrar bir akarsu getirmeye gücü yetmediği zamanı yaşıyoruz.
Yapabileceğimiz tek şey vardır ki, o da büyük bir acziyet ifadesiyle Rabbimize yalvarmak, işlediğimiz günahlarımızdan büyük bir nedametle temizlenmeye çalışmaktır. Belki gazap rüzgârları diner ve masum insanlar, günahsız yavrular ve boynu bükük mahlûkat hürmetine merhamet rüzgârları tekrar esmeye başlar.
Şimdi Rabbimize yönelmek zamanıdır. Şimdi büyük bir samimiyetle tevbe ve istiğfar etme zamanıdır. Bizler kalpleri mühürlenmiş, kulakları tıkanmış, gözleri kör olmuş insanlara bakmayalım. Yine günahlar işlenmeye devam edilecek, yine isyanlarla nankörlüğün dik âlâsı gösterilecektir.
Hiçbir zaman ortalık süt liman olmayacak bu dünya hayatında. Bu sebepledir ki, küfür karanlıkları içinde yaşamaya devam edenler şevkimizi kırmamalı. En önemlisi de, onlar bizim Rabbimize karşı olan görevlerimizi yapmamıza engel olmamalılar. Kulluk vazifelerimizi bırakıp da onların boş gürültülerine merak etmeyelim. Merakımızı gerçekleri anlamak için harcayalım.
Biliyoruz ki başımıza açılmış en büyük dâvâ imanı kurtarmak dâvâsıdır. Dünyamızı bu önemli dâvâya feda edemezsek, dâvâmızı dünyamıza feda etmek zorunda kalacağız. Büyük bir inanç ve teslimiyetle Rabbimizin rızasını kazanmayı en büyük ideal bilmeliyiz. Onun rızası dışındaki dünyevî hiçbir değerin zerre kadar bir değer ifade etmediğini bilmemiz gerekir.
Habibullah’ın (asm) kâinatı aydınlatan nurunu görüp ehemmiyetini anlayabilirsek ve bu nurdan istifade etmeyi hayatımızın en büyük gayesi haline getirebilirsek dünyanın hiçbir ahvâli bizleri dehşete düşüremeyecektir. İşte bütün mesele bu...
Bizler kendimizi mücrim bilelim. Hiçbir zaman nefsimize güvenmeyelim. Meydana gelen bütün musibetlerden dolayı nefsimizi suçlayalım, ibadetleri ihmal etmemizin başımıza olmadık felâketler getirebileceğini unutmayalım.
Kaybedenler zaten kaybetmiştir. Onların hiçbir hareketi başımıza gelenlerin bir sebebi olmayabilir. Ama kazanma ümidini taşıyan bizlerin ihmali aklımıza gelen her türlü musibetlerin sebebi olabilir. Bizler ihmalkâr davrandıkça Rabbimiz bizleri musibetlerle ikaz ediyor, kurtulamadığımız günahlarımızın temizlenmesi için bizlere bu dünyada ceza veriyor.
Eğer hem dünyamızın, hem de âhiretimizin mamur olmasını istiyorsak, günahların çirkin arkadaşlıklarından kendimizi kurtarmamız lâzımdır. Rabbimizin rızası dairesinde bir hayat sürme başarısını elde edebilirsek ve gerçekten nefis ve şeytanların oyunlarını boşa çıkarabilirsek, o zaman hem dünyada rahat bir hayat süreceğiz, hem de ebedî âlemde İlâhî nimetlere nail olmanın imkânına kavuşabileceğiz.
03.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|
|
Hakan YALMAN |
Varlığın gerçek anlamı |
|
Günlük koşuşturmaca ve varlığın katı yapısı ortasında insanın hayatı anlamlandırması zaman zaman zorlaşıyor. Bu durum benlik ve varlığın asıl bağlantı noktasından kopması ve gerçek anlamını yitirmesinden kaynaklanıyor olmalıdır. Varlığı yatay düzlemde tanımlamak ve sadece maddî yönü ile anlam yüklemek ferdî âlemi çok sığlaştırıyor. Hatta her şey anlamını yitiriyor diyebiliriz.
Hayat, anlamını yaratılış gayesi ile uyumlu şekilde ele alındığında buluyor. Fert çevresindeki her şeyi Rabbi ile irtibatlandırdığında, varlığa yüklenen anlam o kadar farklı bir hal alıyor ki yaşadığınız her halin ve her saniyenin anlamlı olmasının getirdiği güzellikle yaşanan bir hayat elbette çok daha anlamlı ve yaşanmaya değer bir anlam ifade ediyor. Varlığın temel yapı taşı olduğu düşünülen zerrelere yüklenen anlam ve onların anlaşılması gerek bilimin, gerekse insanlığın en önemli problemlerinden biri olagelmiş. Belki de zerre anlamlı hale geldiğinde bütün varlıkların da anlamlı olacağı düşüncesi ile bu problem insanlığın gündeminde çok farklı bir yerde ve farklı bir önemde gözleniyor.
Tahavvülat-ı Zerrat isimli eserinde Bediüzzaman zerrelerin titreşimini kudret kaleminin kâinat kitabının yazılması esnasındaki hareketinde zerre anlamını ifade eden kaleminin ucu şeklinde muhteşem bir tanım yapıyor. Sırf bu tanım çerçevesinde algılanan varlık tablosunda çevrenizdeki her şeyin kudret kalemi ile çiziliyor olduğunu bilmek şeklindeki varlık algısı ferdi her an kudret kalemi ile ve Rabbi ile irtibatlı hale getiriyor. Bu sadece ferdin dünyasında oluşturduğu varlık algısı ve benlik tanımı açısından bakıldığında bile çok güçlü bir hakikat.
Diğer taraftan 24. Mektupta, kâinatın, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) kabul edilmiş bir duâsı olduğunu ve kâinatın yaratılış maksadının ya da sebebinin bu güçlü duâ ve o duâya amin diyen mü’minler olduğunu ifade ediyor. Bu duâ sonsuz bir mutluluğun duâsı. Bu duâ Rabbi’nin güzel isimlerini hissetme duâsı. Bu anlamda ele alındığında hayatın gerçek güzelliği ve anlamı da bu arayışlarla ortaya çıkıyor olmalı.
Bu iki mânâyı kendi hayal dünyamda birleştirdiğimde varlık âleminin tanımı ile ilgili olarak beni çok etkileyen bir tanım ortaya çıktı. Bu bir hissedişin paylaşılması olduğundan bir delil ya da mantık, bilim zemininde bir isbat arayışının çok gerekli olmadığını düşünüyorum.
Şimdi Âlemlerin Rabbi ile Âlemlere Rahmet olarak gönderdiği zatı (a.s.m.) Mi’rac’da kâb-ı kavseyn durumunda hissetmeye çalışalım. Bu iki kavis mânâsının ortasında kâinatı ve bütün varlıkları hayal edelim. Varlığın Hazret-i Muhammed (a.s.m.) tarafından Rabbi’ne yönelik algılanışında sanki zerrelerin titreşimi o mübarek ağızdan çıkan “saadet-i ebediye” ve Âlemlerin Rabbi’nin güzel isimlerine mazhariyet duâsının titreşimine dönüşüyor. Kâinat Sultanı’ndan bu âleme doğru yönelen boyutu ile yani melekût âleminden mülk âlemine yönelen şekli ile kâinat, Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ve onun duâsına çok gür bir sada ile amin diyenlerin duâsını kabul ettiğini, kâinat şeklinde ya da kâinat sesi ile ifade edişinin titreşimine dönüşüyor. İşte zaman ve mekân sınırlılığının dışına çıkılabilme imkânı olsa ve varlık, Kâinat Sultanı’nın, en seçkin muhatabı (a.s.m.) ile görüşmesi esnasında karşılıklı muhabbetlerin dile getirilişindeki mukaddes mânâların maddî âlemde karşılığı olan seslerin titreşiminin zerrelerin titreşimi şeklinde algılanan bir kâinat tablosu müthiş bir varlık algısı oluşturuyor.
Bu durumda elinizde tuttuğunuz bir bardak Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) Rabbi’ne yönelttiği bir sevgi ifadesine dönüşüyor. Bedeniniz ve çevrenizdeki bütün varlıklar Rabbinizin bu muhabbet ifadesine mukabelesinin ve bunu kulların alanına mülk olanların seviyesine inmiş olarak ifade etmesi esnasında yani kevnî olarak ifade esnasındaki titreşime dönüşüyor. Dokunduğunuz ve algıladığınız her şeyin gerisinde Hazret-i Muhammed’in duâsının sıcaklığını hissetmek ve Rabbiniz’in o duâya mukabelesinin kudsî sesi ile zerrelerin titreştiğini algılamak çok güçlü bir varlık algısı. Zerrelerin bu mânâda titreştiğini algılayan ve bunu ruhunda gerçekten hisseden ferdin dünyasında hayatın sıkıntılı ve anlamsız olabileceği herhangi bir an ya da varlıkla bağında olumsuz bir yön bulunabilir mi? Varlığı Rabbi’nin elçisi (a.s.m.) görüşmesine tanıklık olarak algılamak ruhları zerreler gibi titreten ve tarifi imkânsız hayat enerjisi veren bir hal olmalı.
İnsanlık ve bilim adamları uzun zamandır her şeyin anlamını ve işleyişini çözecek bir arayış içindeler. Süpersicim gibi teoriler bu arayışın sonuna doğru yaklaşıldığı ümidini doğurdu. Ancak belki de en temel problem anlam arayışını sadece maddî alanda ve fizikî yaklaşımlarla yürütmek oldu. Her şeyin teorisinin arayışı içinde her şeyin en temel özelliğinin ‘yaratılmış olmak’ şeklinde ortaya konmaması muhtemelen bilimin yaşadığı en büyük sıkıntı kaynağı. Bilim de bu anlamda seküler olmak takıntısından kurtulmalı ve eşyanın gerçek zemininden uzaklaştırılarak anlamlandırılması zorlamasından uzaklaşmalıdır.
03.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|
|
Mustafa ÖZCAN |
İhvan ve AKP |
|
Dünden devam
Bununla birlikte, elbette Türkiye’deki AKP hareketinin başarısı ve halk nezdinde kazandığı teveccüh onların da coşkusuna neden oluyor. Bu coşkuyu paylaştıkları gibi bu onlara kendi zeminlerinde de heyecan ve hareket gücü sağlıyor.
Bu anlamda, AKP’nin onlar ve dünya âlem nazarında sembolik ve psikolojik bir faktör olduğu da bir gerçektir. Hatta Amerikan kamuoyu araştırma şirketleri yakında Fas’ta yapılacak seçimlerde buranın AKP’sinin oyların yüzde 47’sini alacağını öngörüyor. Bu orantı ne kadar gerçekçi bilinmiyor ama ‘Mahzen’ olarak da anılan devlet, İslâmî kesimlerin diri olarak seçime girmemeleri ve tulum çıkarmamaları için Fas AKP’sini hile ve ayartmalarla birkaç parçaya bölmüş bulunuyor. Bununla birlikte yine de AKP’nin yükselişini durdurabilmiş ve hızını kesebilmiş değil. İlginçtir, Fas AKP’si ile Türkiye AKP’si arasında ilginç benzerliklerden birisi de sembollerinin lamba ile ampul olmasıdır. Lamba ile ampul farkı iki parti arasındaki farkı da sembolize ediyor. Lamba daha orijinal ve otantik, ampul ise daha modern.
***
ABD, Fas kralının gücünü demokrasi ile dengelemek istemektedir. Bundan dolayı Türkiye’nin AKP’lilerinin 2002 seçimleri öncesinde ABD’ye gitmeleri gibi Sadettin Osmani de Fas seçimlerinden önce ABD’ye gitti. Bu ziyaretlerin iki amacı var, birincisi nabız yoklamak, ikincisi de ehlileştirmek ve terbiye etmek. Bu itibarla, Fas Mahzen’inin son seçimlerle ilgili tavrı Türkiye’deki Ulusalcıların tavrına benzedi. Fas AKP’lileri de Amerikancı gözükürken, Mahzen millici rollerine büründü. Zaten Amerikalılar 1989 ve sonrasından itibaren uzlaşma olsa da olmasa da İran devrimindeki gibi faka basmamak için İslâmî kesimlerle temas hattı arıyor ve bulurlarsa bunu kolay kolay kesmiyorlar. Bu yol, ehlîleştirme ve devşirmeye hizmet ediyor.
Belki de Amerikalılar içten içe Fas’da kraliyetin kaldırılmasını da istiyor olabilir. Elbette bu hususta kuvveden fiile çıkmış bir çabası gözükmüyor, ama Fas İslâmcıları arasında cumhuriyetçilik çok popüler. ‘Mahzen’ yerine cumhuriyeti tercih ediyorlar. El Adlu Ve’l İhsan Lideri Abdusselam Yasin’in kızı Nadiye Yasin, ülkede cumhuriyet rejimi kurulması adına çağrıda bulunduğu için yargılanma sürecinden geçti. Türkiye’deki Kemalistler veya Ulusalcılar AKP’nin Yeni Osmanlıcılık sûretinde padişahlığı veya teokrasiyi geri getireceğini düşünürken, Fas İslâmcıları Emîrü’l-mü’minîn olan Mahzen’in başı baba Kral Hasan’ı tanımadıkları gibi oğlunu da tanımıyorlar. Abdusselam Yasin, müteveffa kral için ‘Emîrü’l-mü’minîn değilsin’ şeklinde bir hitap yazmıştı. Kızı da cumhuriyet rejiminin kurulmasını istiyor. Galiba Melih Aşık bu ayrıntıları pek bilmiyor. Ayrıca Fas İslâmcıları da Abdurrahman Yusufî gibi Mahzen’in pususuna takılarak kendi kimliğini silikleştirebilir. Sosyalist eğilimli Yusufî sonunda rüyasını gerçekleştirdi ama nasıl? Başbakan olmasına oldu ama sosyalist bir monarşist olarak siyasî hayatını sona erdirdi. Bu şekilde final yapmak ve kariyerini tamamlamak nasip oldu. Kime niyet, kime kısmet diye herhalde buna derler! Osmanî’nin akibeti de Yusufî gibi olmasın sakın!
Kraliyet noktasında Fas AKP’sinin benimsenmiş bir tercihi var mı bilemiyoruz. II. Hasan’a istihlâf eden VI. Muhammed İslâmî hareketler uzmanı. Galiba tarihî imtihanı da uzmanı olduğu alanda gerçekleşecek...
03.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|
|
Yeni Asyadan Size |
Kur’ân heyecanı |
|
Kur’ân ayında Kur’ân okuyalım çağrısında bulunmuş, hayır ve güzellikleriyle manevî iklimimizi bereketlendirecek olan Kur’ân ayı Ramazan’ı Kur’ânla karşılayacağımızın müjdesini vermiştik. Aralarında; Cüz Cüz Kur’ân, Kur’ân Meali, Mealli Büyük Cevşen, Risâle-i Nur’da Hz. Muhammed (asm), Büyük Dua Kitabı ve Safahat gibi değerli eserlerin yer aldığı hediyelerin verildiği kültür kampanyamızı Kur’ân-ı Kerimle taçlandıracak olmamız okuyucularımız tarafından büyük bir şevk ve heyecanla karşılandı.
Kupon neşrine 13 Eylül’de başlanacak olan Kur’ân-ı Kerim’in, Ramazan’la birlikte okuyucularımızın elinde olmasını hedefliyoruz. Matbaamız geceli gündüzlü bir mesai ile Kur’ân’ın baskısını tamamladı. İlk nüshalar da kampanya ve tanıtım çalışmaları için büro ve temsilciliklerimize büyük ölçüde ulaştı. Yeni abone olanlar başta olmak üzere bütün okuyucularımız Kur’ân-ı Kerimlerine, okunan her bir harfine binler sevap yazılan Ramazan’la birlikte kavuşmuş olacaklar.
Planlanan reklâm ve tanıtım kampanyamız da 1 Eylül’de başladı. Ulusal ve mahallî TV-radyo reklâmları ile desteklenen kampanya için önümüzdeki günlerde gazetelere de ilânlar verilecek. Kampanyanın afiş ve el ilânları ise tüm mahallere talep edilen miktarda gönderildi.
Yapılacak diğer tanıtım çalışmaları ise şöyle: Kampanyamız önde gelen haber portalları ve büyük şehirlerde toplu taşıma araçları ile duyurulacak. Bu maksatla İstanbul’da 1500 otobüse afiş asılacak. Kalabalık meydanlarda abone standları açılacak.
Kampanyamıza katılarak, ihlâs ve fedakârlıkla çalışma yapan büro ve temsilciliklerimize başarılar ve kolaylıklar diliyoruz.
Gayret bizden, tevfik Allah’tan...
***
Fuarlara katılıyoruz
Yeni yayın dönemi ile birlikte fuarlardaki hareketlilik de başladı. Yeni Asya Neşriyat, 31 Ağustos’ta Fuar Alanında açılan 76. Uluslararası İzmir Fuarına tüm ürünleriyle katılıyor. 9 Eylül’e kadar açık olacak fuardaki standımızda, yeni tanzimle yayınlanan Risale-i Nur Külliyatı başta olmak üzeri bütün yayınlarımız indirimli fiyatlarla okuyuculara sunulacak. Fuar boyunca yazarlarımız kitaplarını imzalayacak, okurları ile sohbet imkânı bulacaklar.
Öte yandan Yeni Asya Neşriyat Ramazan’da açılacak olan dinî yayınlar fuarına da katılıyor. Ramazan’ın ikinci haftasında İstanbul ve Ankara’da açılacak fuarlardaki standlarımızda neşriyatımızın seçkin eserlerini teşhir imkânı bulacağız.
Aynı dönemde katılacağımız fuarlardan bir diğeri de İstanbul-Beylikdüzü’nde açılacak olan TÜYAP Kitap fuarı olacak.
Okuyucularımızı indirimli fiyatlarla kitap edinebilme fırsatı bulacakları fuarlardaki standlarımıza bekliyoruz.
***
Takvime start
Görsellik ve muhteva açısından beğenilen ve alışılmış kalitesini koruyan Yeni Asya Takvimde 2008 yılı hazırlıkları sürüyor. Muhteva ve çeşitlilik açısından çıtayı yükseltmeyi hedefleyen takvim birimi, bu sene de sürprizlerle piyasaya çıkmaya hazırlanıyor. Takvim çeşitleri hakkındaki detaylı bilgileri önümüzdeki haftalarda sizlerle paylaşmayı umuyoruz.
***
Kurullar toplandı
Malî, Yayın, Eğitim ve Sosyal Kurullar (MAYES) geçtiğimiz hafta sonu Ankara’da toplandı. Toplantının ilk günü kurullar kendi yürütme kurullarında Ocak-Ağustos dönemini değerlendirerek, Eylül-Aralık dönemi hedefleri üzerinde durdular. Bölge temsilcilerinin katılımı ile yapılan toplantılarda alt grup ve bölge temsilcilerinin teklifleri ele alındı, birim raporları okundu. 2007-2008 faaliyet dönemi hedefleri üzerinde duruldu. Toplantılarda ayrıca MAYES Ortak Yürütme Kuruluna götürülecek teklifler belirlendi.
Yayın Kurulunun toplantısına Yeni Asya AŞ adına; gazete, dergiler, yayınevi, satış ve pazarlama, abone ve dağıtım, tanıtım ve pazarlama, idarî ve malî işler, matbaa ve teknik hizmetler ile Bizim Radyo birimlerinin raporları sunuldu.
Aynı günlerde toplanan Yeni Asya Genel Yürütme Kurulu da geçmiş dönem hizmetlerini değerlendirerek gelecek dönemdeki hedefler üzerinde görüş alış verişinde bulundu.
Hepinize hayırlı haftalar diliyoruz.
03.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|
|
İsmail BERK |
Bürokratik cumhuriyetten kurtulma |
|
Son dört ayın stres dolu kamuoyu gündeminden geriye kalan sonuçları özetlersek; genel seçimler yapıldı. Meclis Başkanı ve Cumhurbaşkanı seçildi. Hükümet kuruldu. Yakında Meclis komisyonları teşkil edilecek.
Görünen tabloda, yenilenmiş, taze ve istikrar potansiyeli olan bir yürütme uyumu var. Domino etkisi yapacak yeni düzenlemeler, ayrışmalar, tartışmalar, uzlaşma zemini aramalar, dikleşmeler, restleşmeler, jestleşmeler, ucu açık sunî ve gerçek gündemler iç içe, yan yana, ya da bağımsız bir şekilde sürüp gidecek.
Sosyal hayatın, siyasî erkin ve kamuoyunun başka aktörlerle birlikte yürüttüğü bu canlılık ve farklılığın sağlıklı işlemesi için önceliklerin iyi belirlenmesi gerekir. En azından ülkenin önceliklerinde ve en önemli meselelerin tadadında bir başlangıç noktasında anlaşma sağlanmalı.
Bu mümkün değilse, gündemin dümenini kontrol hakkı, eğer derslerine iyi çalışırlarsa çoğunlukla hükümetin elinde olacak. Çünkü takım oyununu iyi kurdular. Acemiliklerini de yendiler.
Bir mazeretleri kalmadı artık. Sadece kendilerini yenilemeye ihtiyaçları var. Elbette fizikî bir yenilenme veya görev değişikliğinden bahsetmiyorum.
Toplum taleplerini doğru okuyup; ufuk, hedef ve doğru stratejilerle AB sürecini etkin ve hızlı bir şekilde hayata geçirmekle yükümlüdürler.
Bu çerçevenin en öncelikli gündemi ise demokratikleşmedir. En eğitimsiz vatandaştan en elitine kadar demokrasi kültürünü yerleştireceği acil eylem planını hayata geçirmesi gerekir. Bu zihnî açılım, sosyal mutabakatları ve anlaşma zeminlerini arttıracaktır.
Ekonomi lokomotifi demokrasiyi beslerse, toplumun ahlâkî temelleri de eğitimle desteklenirse, plan ve proje odaklı icraatlar katma değerini bulur.
Bunun için öncelikle; enerjik, günlük politik kaygılardan uzak, cepleri dikili ve ehil vizyonerler gerekli. Algı gücü yüksek, topluma duyarlı, randevusuna sadık, masumdan ve muhtaçtan yana bürokrasi inşasına ağırlık verilmelidir.
Pratik etkilerden gidersek; meselâ, makam odaları küçültülmelidir. Özel görüşmeler sınırlandırılıp, halka açık zamanlar çoğaltılmalıdır. Mutlaka arayanlara dönülmelidir. Dönülmemesi bir performans kaybı olarak ölçülmelidir.
Masalar küçültülmeli, “hediyeler” yasaklanmalı, görüşmeler şeffaf mekânlara alınmalıdır. Nitekim bunu yapan birkaç kurum var.
Ayrıca, verimli çalışanın ideolojik tercihlerine bakılmaksızın, inadına ödüllendirilmeli ki, imtiyaz değişikliği öne çıksın.
Bakan, müsteşar, vali, genel müdür, kaymakam ve diğer üst düzey makam telefonları günde en az iki saat direkt vatandaşın görüşmesine açık olmalı.
Vatandaşın gerçek gündemini böylece doğru, direkt kaynağından öğrenme imkânı olur. Uzmanlara bırakılmış, havale edilmiş ve ertelenmiş gündemler yerine, bizzat hizmet alanla yüzleşen bir demokrasi kültürüne ağırlık verilmeli.
Girilmez bölümler, kamusal alan yasağından temizlenmeli. Belli günlerde vatandaşa daha geniş alanlar açılmalı ve yakınlaşmalar sağlanmalı.
Hükümet; hesap veren, hesapta duran ve başına buyruk davranıp siyasetçinin iki dudağının arasına kendini kilitlemiş bürokrasi egemenliğinden kurtulmalıdır.
Bürokratik oligarşinin aşıldığının en açık göstergesi, demokrasinin vatandaşa indirgenmiş halinin herkesçe hissedilmesiyle test edilmiş olacaktır.
İnsanı merkeze koyan, zaafiyetlerini arka plana atan, toplumun ekmek derdine ve temel haklarına fazlasıyla hassas insanların mutlaka kamu erkinde belirginleşmesi şart.
Bu konuda verimliliğe dayalı hizmet ölçümleri arttırılmalıdır.
Meselâ, vatandaş memnuniyet ölçümleri sık aralıklarla yapılıp, her kurum ayrı ayrı mercek altına alınmalıdır.
Çözümler, veriye dayalı ve sahadan alınmış nümunelerle analiz edilmelidir.
Yoksa fizikî büyümeler, ekonomik trendlerin yanı sıra dürüstlük aşındırılır ve ahlâkî erozyon durdurulamazsa, halkın beklediği muhafazakâr sonuçlar ve demokratik şeffaf yönetim oluşması kuşkulu olur.
Sivil anayasayla birlikte köklü kamu reformu paketi bir an evvel gündeme girmelidir.
03.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|
|
Faruk ÇAKIR |
Yeni lider Çin mi olacak? |
|
Dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin’in son yıllarda gerçekleştirdiği ekonomik büyüme, dünyanın ilgisini çekmeye devam ediyor. Uzmanlar, sözkonusu büyümenin bu şekilde devam ettirilebilmesine ihtimal vermese de, ortaya çıkan neticeden bir anlamda ürküyorlar. Çin, bu haliyle dünyanın istikrarını bozmaya aday görülüyor.
Çin’in sağladığı ekonomik kalkınmayla ilgili olarak ‘özel dosya’ hazırlayan “BusinessWeek Türkiye” dergisi, bu ülkede yaşanan problemi şöyle özetlemiş: “Pekin çevreyi temizleyemiyor, borsa spekülasyonlarını dizginleyemiyor ve şirketlerini kontrol edemiyor. işte ülkenin sorunlarının, onu geleceğin süper gücü kılamamasının nedenleri.” (15-28 Temmuz 2007)
İki satırda özetlenebilen problemler, gerçekte kalkınmakta olan bütün ülkelerin ortak derdi: Çevre kirliliği, borsa spekülasyonları ve bilhassa yatırım ve istihdam sağlamadan; sadece paradan para kazanmak isteyen ‘kötü niyetli’ şirketler...
“Her çıkışın bir inişi var” misali, ‘süper güç’ olma yolunda çok hızlı adımlar atan Çin’in (ya da benzer ülkelerin) dışardan göründüğü kadar rahat olmadığı anlaşılıyor. Büyüme noktasında dünyaya örnek olan ülke, aynı zamanda içten içe ‘düşman’lar da edinmiş olmalı. Türkiye’de bile, ‘Çin malı’ denildiğinde üreticiler ve sanayici irkilmiyor mu?
Çin’deki ‘hızlı büyüme’ modelinin yıprandığına dikkat çeken uzmanlar delillerini şöyle sıralamış:
*Çevre: Yerel yetkililer fabrikaları düzenlemelerden muaf tuttukça ekolojik krizler patlak veriyor. Su arıtma tesisleri ve fabrika baca filtreleri, işletilmeleri pahalıya mal olduğundan atıl halde duruyor.
*Tüketici koruması: Çin, yüz binlerce gıda ve ilâç üreticisini gözlemleme mücadelesi veriyor. Yolsuzluk ve bürokratik bölge savaşları, düzenlemelerin gerçekleştirilmesini engelliyor.
*Fikrî mülkiyet: Korsanların yerel subaylar tarafından korunması sebebiyle yürütme zayıf. Taklitler, yazılım endüstrilerinin gelişimini yavaşlatıyor.
*Sosyal hizmetler: Yerel yönetimler, sağlık hizmetleri, eğitim ve emeklilik planlarında kısıntıya gitti. Ucuz hizmetlerin eksikliği, Çin’in hızla yaşlanmakta olan nüfusu göz önünde bulundurulduğunda kriz anlamına gelebilir.
*Finans: Çin borsaları, büyük oranda dinamik özel şirketlerden öte, güçlü kamu teşebbüsleri için para topluyor. Alım satım işlemleri hileye açık.
Çin’in problemleri elbette bunlarla sınırlı değil. Büyüme noktasında Çin’i örnek alan/almak isteyen Türkiye’nin de benzer dertleri var ve bu dertlerden de ‘ders’ çıkarmak durumunda. Çin’in başını ağrıtan problemlerden birinin de ‘rüşvet’ olduğuna dikkat çekiliyor ki, aslında bu konuda dertli olmayan ülke neredeyse yok gibi.
“Dünya lideri olacağım” derken, temelden sarsılmak en kötüsü...
03.09.2007
E-Posta:
[email protected]
|
|
|
|