Tek parti devrinde, “parti”nin isteklerine uygun “san’at!” yapanlara dağıtılan gizli ulufelerle, verilen unvan ya da makamlarla ilgili, toplum önünde tanınan imtiyazlar hakkında duyduğunuz epeyi kişi/olay vardır…
Yıllar sonra…
Tam da “sinemamız öldü mü?” tartışmasının yapıldığı günlerde, dönemin Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’in özel girişimleriyle sinemamıza, proje başına alenî nakit “yardım” yapılmaya başlandı. Zamanla bu “yardım”ın boyutu, biçimi değişiklik gösterdi ama bir şey hiç değişmedi ve “yardım” sonrasında suçlamalar asla adres sormadı!
Sadece sinema değil…
Devlet aynı zamanda tiyatro topluluklarına da “yardım” yapıyor aynı dönemlerden beri… Ve tabi aynı suçlamalar o alanda da sinemadakileri aratmıyor!
Bu yıl da durum değişmedi.
Kültür Ve Turizm Bakanlığı bu yıl sinemaya ve tiyatroya –kurulları vasıtasıyla-yapılan yardımlarını açıklar açıklamaz yeni (!) gürültü de koptu.
Sinemadaki -yeni(!)- gürültünün ana faili olan isim; bir zamanların “kartpostal çocuğu”, son zamanların ise “sosyal olaylara duyarlı (!) sanatçı”sı Tarık Akan’dan başkası değildi… Tarık Akan “Solo” isimli bir film yönetmeye niyetlenmişti… Film çekmeye niyetlenen herkes gibi o da projesinin “müthiş” olduğunu düşünüyordu ama kurul üyeleri konuya sinematografik açıdan yaklaştıklarından, onunla aynı kanaatte değildi… “Yardım”a lâyık görülmeyen Tarık Akan, hızla bir “dolmuş”a binmiş ve tepkisini tesbitiyle (?) beraber koymuştu: “Kurulun siyasî görüşü belirleyici olmuştur. /……/ Filmimin kabul edilmemesinin sebebi siyasi görüşler bana kalırsa... /…../ Benim projem için, kitaplardan arak yapmışım lâfları çıkıyor, bu tamamen saçmalıktır. Ayrıca senaryo üzerinde filmin tamamını görmek mümkün değildir. Bunu iyi sinemacı olan herkes bilir! Kurulda bu söylentiyi çıkaran kişinin siyasî görüşü bu konuda belirleyici olmuştur.”
Tabiî hemen görüşler, destekler, tepkiler de birbirini kovalamaya başladı. Aslında bu konuyu en iyi özetleyen isim aynı zamanda SİNEBİR Yönetim Kurulu Başkanı olan yönetmen İsmail Güneş kardeşim oldu: “Kimse jüriden objektif olmasını beklemesin.”
Öyle ya… Ortada, adına “film” denilen bir sanat ürünü olacaksa ve buna karar verecek isimler de sinemacılar ise elbette belli doğrultularda “sanatçı kriterleri” devrede olmasından tabiî bir şey yok… Ama olaylara sadece ideolojik bakanların, değerlendirmelerinin de ideolojik olması kaçınılmaz… Tarık Akan da bu hataya düşüp bir gürültü kopardı… “Du bakalım n’olcek?” diye!
Kaldı ki… Ödüller gibi “yardım” konusunda da belirleyicilerin kimlikleri önceden biliniyor… Madem siyasî görüşleri belirleyici olacak bir seçici kurul var ortada, öyle ise niye başvuruyorsun? Değil mi ama?
Ayrıca, seçici kuruldaki isimler bütünü Tarık Akan’ı tepeden tırnağa yalanlıyor…
Bakanlığın belirlediği; Yusuf Kaplan, Sadık Yılmaz ve toplantıya sağlık sorunları sebebiyle katılamayan Abdullah Tüze dışında, sinemanın en köklü meslek kuruluşlarının başkan ya da temsilcileri olarak da SİNEBİR Başkanı İsmail Güneş, FİYAP Başkanı Galip Gültekin, SETEM’den Ersin Pertan, SESAM’dan Cengiz Ergun, TESİYAP’tan Faruk Turgut ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sinema Bölümü Dekanı Nazmi Ulutak’tan oluşan seçici kurulun “siyasî” tercihlerde bulunduklarını söylemek için insanın “ilk film çekme heyecanı” ötesinde saplantıları, takıntıları olması gerek… Kaldı ki; “yardım”a değer görülen 26 projenin yönetmenleri arasında Erden Kıral, Reha Erdem, Derviş Zaim ve Ali Özgentürk gibi isimler var ama Tarık Akan’ın kastettiği görüşten tek yönetmen yok!
Demek ki Tarık Akan, “Anne Kafamda Bit Var”daki psikolojisinden hiçbir şey yitirmemiş… Bir yerlerde takılmış kalmış! Ona şimdilik “aydınlık günler” dileyip, gelelim tiyatrocuların koparttığı fırtınaya…
Tiyatrocular arasındaki ilk takışma Ali Poyrazoğlu ile Levent Kırca arasındaki “özel polemikler” gibi başladı…
Sonra birdenbire konu tiyatrolara “yardım”a geliverdi ve seçici kurulda üye olan Ali Poyrazoğlu’nun en yüksek ücretlerden birini (92.000 YTL) alması, Levent Kırca’nın ise ilk defa talep ettiği “yardım”a lâyık görülmemesi medyada yankı buldu.
Önce Levent Kırca’nın -bu konudaki- hakkını teslim etmek gerek… Çok geniş kadrolu tiyatro oyunlarıyla, televizyondan kazandıklarını riske atarak kurduğu çadırlarda yıllarca tiyatro yapmaya direnmesi başlıbaşına alkışa lâyıktı… Alkışlayanlar o dönemde alkışladı… Araya filmler de sıkıştırarak, cebinde kalabilecek paraları sinemaya da yatırmış oldu Levent Kırca… Ve bu yıla kadar, “tiyatrolara yardım” söz konusu olduğunda hep dilekçe yazıp, herhangi bir talepte bulunmadığını da bildirmiş… Ama bu yıl ihtiyaç duyduğundan “yardım” talep etmiş… Ve “red” cevabı almış…
Kurulda bulunup da yüksek miktarda yardıma lâyık (!) görülen Ali Poyrazoğlu’nun ise geriye doğru uzunca bir senesine baktığımızda ekonomik sayıdaki elemanlarla ve çoğunluğu da genç olan isimlerle perde açtığını görüyoruz. Arada tek kişilik oyunlarını, gösterilerini de unutmamak gerek…
Tabi bu arada Levent Kırca’ya “yardım”ın yapılmayışıyla ilgili olarak, Ali Poyrazoğlu’nun, medyaya yansıyan biçimiyle; “Kendini geliştiremediğini düşündüğümüz için tiyatrosuna devlet desteği çıkmadı!” açıklamasının ne kadar talihsiz bir açıklama olduğunu söylemeye -bilenler bilir ki- gerek bile yok!
Yok, çünkü; Türkiye’de -Ali Poyrazoğlu da dahil- kendini yenileyen kaç san’atçı var ki?
Bir başka tiyatrocu Emre Kınay’ın perde açmadan “yardım” alan çok tiyatro olduğunu medyaya açıklaması... Kendisine yapılan 82 bin YTL’nin gündeme getirilmesine haklı cevaplar verirken, “bir oyun sergileyeceğim” diyerek aldığı 52 bin YTL ile yazlık alan tiyatrocular olduğunu söyleyen Müjdat Gezen’in bir de “Hadi Çaman” adını vermesi… Sinemada “ideolojik” gibi görülen kavganın, tiyatrocular arasında çok daha detaylı (!) gittiğini de göstermiş oldu.
Neyse… Çok çok özetleyerek geldiğimiz nokta bile bu kadar uzadı…
Oysa… “Devlet destekli san’at”ın, gerçek sanat üretebilmek için normal olup olmadığı tartışılmalı artık…
“Devlet” eğer para veren ise –kendince- ölçüler koymasından başka bir şey düşünmek mümkün mü?
Oysa hep söylediğimiz, olması gereken; devletin gerekli düzenlemeleri yapıp, projeler bazında olayla ilgisi olmadan, özgür sanatın üreyebilmesinin alt yapısını hazırlamalıdır…
Devletin yapacağı maddî “yardım” ancak; yabancılar karşısında yerli san’atın önünü açacak vergi düzenlemeleriyle olmalıdır…
“Devlet destekli san’at” yapmayı sürdürmek isteyenler ise devletten destek alamadığında da, yapmak istedikleri engellendiğinde de–ne yazık ki–susup oturmaları gerek! Bu durumda, “modern dünya”da yer aramamız da nafile çaba!
Unutmayalım… “San’at” özgürlükle sulanır!
26.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|