Hayat bitmez ve tükenmez bir hız ile akıp giderken, insanlara arzu ettikleri istikamette sahiplenmek istedikleri arzulara yetişmeye çalışırlar.
Bunun sonunda istediklerine ya sahip olurlar ya da olamazlar.
“Ya hep, ya hiç” meşhurdur.
Adamın biri bir ağacın altına yatmış;
“Yarabbi bana yüz altın ver doksandokuz altın olsa kabul etmem” diye yalvarmış.
Bu zatın sözünü dinleyen varlıklı bir insan, o zatın uykuya yatmasından yararlanarak doksandokuz altınlı altın bohçasını yanına koymuş.
O zat uyandığında bakmış ki, altın dolu bir bohça.
Altınları saymış doksandokuz adet “Eh doksandokuzu veren Allah biri de verir” diyerek altınları alıp gitmiş.
Bu bir misal tamamını elde etmese de küçüğü terketmemeli.
Bu insanın amellerine benzer. Nasıl ki bir insanın iyilikleri kötülüklerini geçerse makbul sayılır.
Bir idare icraatı ile yaptığı şeylerin çoğu iyi ise ona “iyi idare” denilir.
Aynen bunun gibi, insan “ya hep ya hiç” saplantısına girmemeli.
Hem insan mükemmeli sever.
Arzular geniştir. Bir çiçeği istediği gibi bir bahçede ister.
Bir bahçeyi istediği gibi ebedi cenneti de arzu eder.
Ama hayatın şartları her arzuya kâfi gelmez.
Ya sahip olduklarımızın ömrü kısa ya da bizim ömrümüz kısalır.
Eğer öyle olmuş olsa idi Peygamberlerin dışında kimse cennete giremezdi.
Allah’ın rahmeti geniştir.
O çok affedici çok bağışlayıcılığın parıltılarını hayatımıza yansıtırız.
Başkalarını sık sık affederiz, kendimizi ve nefsimizi asla
23.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|