Kendimizi güldürecek her malzeme fazlasıyla mevcut.
Mizah ustalarının sıkıntı çekmeyeceği nadir ülkelerden biriyiz.
Nasıl mı? Anlatayım.
Düşünün bir kere, başka ülkede bir başbakanın gittiği kamu alanı, eşine yasaklanır mı?
Böyle bir ülke var mı?
Hem de demokrasi ile övünen bir ülkede.
Bir kez daha düşünün. Başbakan, çocuklarını kendi ülkesinde inandıkları gibi okutamıyor?
Halkın yasa değiştirme, anayasayı yeniden düzenleyecek kadar siyasî yetki verdiği ve irade desteği sağladığı bir iktidarın başı, boynu bükük yaşıyor.
Neymiş efendim “eşinin başı kapalı. Laikliğe aykırı.”
Çok acı. Fotoğraf o kadar hazin ve sıkıcı ki, ekser vatandaşın (yüzde 85) karşı olduğu başörtüsü yasağı, bir türlü çözülemiyor?
Korkak siyasetçilerin yüzünden mi?
Yoksa çok şey mi istiyoruz?
Ya da “kurumsal mutabakat” diyerek bir yerlerden merhamet ve lütuf mu bekliyoruz?
Peki bu duruş, bu sıkıntı ve bu eziklik, sivil siyasete yakışıyor mu?
AB sürecine uygun mu? Bu şekilde mi çağdaşlaşıyoruz?
Ülkeyi, böylesi kasavetli tutmak, insanların inançlarına baskı uygulamak ve buna sıkılmadan kılıf bulmak, 2007 Türkiye’sinde utanç verici değil mi?
Bu yıl iyi bir puan alan bir yakınımın kızı, başörtüsünden dolayı maalesef meslek puanıyla istediği yere gidemedi, gitmedi. Bu travmayı, bu ülkenin insanlarına yaşatanlar mutlu mu acaba? Biz, bunların müsaade ettiğiyle mi yaşayacağız?
Burada hükümet, artık kolları sıvamak zorunda. Mazeret dönemi bitti. Bundan sonra da muvaffak olmak istiyorlarsa, bu gına getiren problemi çözmeliler.
“Çatışalım, radikalleşelim” demiyorum. Meşru ve hukukî zeminde parlamentonun ve siyasi iradenin yapabilecekleri var.
Bundan kaçamazlar. Ertelemek de çare değil. Kaçmak da.
Konsensüs aranıyorsa, otursunlar bulsunlar. Yasa değişikliği gerekiyorsa, Meclis ne güne duruyor?
Anayasa engel görülüyorsa, onu düzenleyecek bir çerçeveyi net bir şekilde ortaya koymaları en öncelikli ödevleri değil mi?
Halkın talepleri arasında bu konu ayrıcalıklı bir gündem olmaya devam ediyor.
Bu sınavı veremeyen bir çok siyasî mevta, yakın tarihin hafızalarında kayıtlıdır. Bunu yapamayan gider, çözülene kadar milletin etkisi ve tepkisi devam edecek.
Siyaset kadar, kamu bürokrasisi de bunu anlamalı, kavramalı.
Hislere ve ideolojilere yenilmeden, sağduyu sahibi makul çoğunluğun sesine kulak verilmelidir.
Bundan kaçış, sadece gerilimi canlı tutar. Burukluğu arttırır. Halkı rencide eder. Devlet millet kaynaşmasını engeller. Kendini dışlanmış hisseden insanlara, bu ülkenin sorumluları müsaade etmemeli.
Birliğe, dayanışmaya ve bütünleşmeye en çok ihtiyacımızın olduğu bir dönemde, toplumda nifak tohumları eken her hareketten kaçınmak gerekir.
İnsanımızı ayıran kanun hakimiyetinden hukukun üstünlüğüne geçmeye mecburuz.
Bugüne kadar sabır taşına dönmüş mağdurların duyguları ile daha fazla oynanmamalı. Hassasiyetleri bu denli incitilmemeli. Hiçbir gerekçe, bu tür keyfiliklerden ve ideolojik saplantılardan beslenmeyi mazur göremez.
Bu gemide beraberiz. Adaletle hükmetmeye ve birliği tesis edecek adımlar atmaya mecburuz.
Kimse bu hassas konuyu görmezlikten gelme, toplumu yok sayma ve inancına saygısızca davranma hakkına sahip değil.
Millet bunu affetmez. Çözüm bekliyoruz…
Mesela yeni eğitim-öğretim daha demokratik başlamalı.
22.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|