Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile birlikte tesettür, yeniden dikkat çekici bir tepkinin yanı sıra magazinel merakları öne çıkaran bir tarzda medyanın gündemine girdi. Devlet protokolünde halkın temsilcisi ve başkanı konumundaki cumhurbaşkanının eşi, hanımlar içinde “birinci” kabul edilerek “first lady” olmaktadır. Bu tabir, günlük dilimize o kadar mal oldu ki, takdim şekli bile bütün dikkatleri çekmeye yetiyor.
Özellikle cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’ün eşi tesettürlü olunca, başörtüsü üzerinden yürütülen mücadele, laik kesimde yine amansız bir şekilde gündemi işgal etmeye başladı.
Eski hızlı tüfeklerin, kamuoyunu etkileyen cenahların ve kurumsal tepkilerin daha önceki üsluplarına bakıldığında, bugün için bir tavsama ve zoraki suskunluk fark ediliyor.
Kanayan bir sosyal yara olan başörtü yasağından dolayı eğitim hakkı ve çalışma hayatı elinden alınmış insanların aileleri ve yakın çevreleri ile birlikte milyonlarca insan mağdur edilmiş ve dışlanmıştır. Bu psikoloji etkisi hâlâ etkisini sürdürüyor.
Kenan Evren’in 1986 Ocak ayında Adana’da rektörlerle yaptığı bir toplantı akabinde başlayan üniversitelerde başörtüsü yasağı, zaman zaman genişleyerek, bazen de gerileyerek gündemdeki sıcaklığını hep korudu.
Yıllar sonra 1995’te Erbakan’ın partisi birinci olunca, kurduğu hükümette sergilediği tavır ve sarf ettiği beyanların arkasını dolduramaması, hem bir tahrike vesile oldu, hem de çatışmayı keskinleştirdi.
28 Şubat süreci ile 1997’de başlayan, tabiri caizse kamusal alanda “başörtüsü avı” hâlâ ağırlığını hissettirerek devam ediyor. Mehazı tartışılır hukukî mütalaalar ve anayasa yorumları ile alınan mahkeme kararları hâlâ tartışma zeminini korurken, mağduriyetleri ve engelleri giderici bir çözüm henüz ufukta görünmüyor.
Bütün bu acılar yetmiyormuş gibi, bu günlerde, AKP tabanının muhafazakârlığından hareketle, Hayrünnisa Gül hanımın Çankaya’ya başörtülü çıkacak olmasından bahisle yine başörtüsü tartışması alevlendiriliyor. Biraz da sulandırılıyor. Moda yönüyle ele alınıyor. Kuaförlerde yeni model başörtüsü şekilleri uzun uzadıya anlatılıyor. Değişen başörtüsü biçimleri nazara veriliyor. Bu arada halkın ekseriyetinde fıtrat gereği arzulanan başörtüsünün şuurlu davranışlara dönüşmeyen halleri de dikkate değer bir şekilde gevşek tutumlara sahne oluyor.
Bir de elit dindarların bürokraside tesettürlü eşleri ile takındıkları yeni halleri bir “evrim” geçiriyor. Kariyerinde tırmanırken eşinin başörtüsü ile gündeme gelen siyasetçilerin tutum ve davranışları ile sosyal gerçeklerini ifade etme psikolojileri de başlı başına tartışmaya açık bir konu.
Bütün bunlardan hareketle, Türkiye’deki İslâmî uyanış, dindarlaşma ve sosyal hayatta örneklerinin artarak dikkat çekmesi, beraberinde iki yeni durumu ve iki sorumluluğu getirmektedir. Birinci durum; dindar insanların topluma yansıyan yaklaşım ve tavırları, ikincisi ise bunu gözlemleyen insanların, özellikle dine soğuk bakan veya lâkayt insanların algıladığı şekli.
Bu iki durum, iki sorumluluk yüklüyor: Öncelikle fark edilen dindarların sosyal hayatta dikkat edilmesi icap eden incelik ve hassasiyetlere uymaları, ikincisi ise diğer insanların ve özellikle dinî hayattan uzak ve bundan ürken/rahatsız olan insanların içine düştüğü hali anlayıp onları şefkatle anlamaları.
Dinî hayatın ve dinî hükümlerin, bazen kasıt, bazen çarpıtma, bazen cehalet, bazen de takdiminde yaşanan yanlış yaklaşımlardan dolayı, bir çok meselesinin günümüz şartlarında henüz doğru bilindiğini ve yeterince müzakeresi yapılarak anlaşıldığını söylemek, pek mümkün değildir.
O zaman siyasetin boğuşma alanlarına ve iktidar kavgalarına dini taraf kılmak ve onun üzerinde inançlarımızı rencide edecek davranış sapmalarına girmek, maslahatı ve tevili ne olursa olsun, dinî hayatın örnek modellerini gölgeler.
Buradan hareketle, makamların mesuliyetinden önemlisi, hakkın yüklediği mesuliyettir, halkın istediği ciddiyet ve tevazudur. Yıllardır dinin varlığını hazmetmeyenlere taviz vererek sonuç alınamayacağı gibi belli güruhların telaş verme psikolojilerinden etkilenerek dinin icaplarını gevşetecek hallere düşmek de çare değildir. Tepkiye dönüştürmeden hassasiyetleri korumak gerekir.
Sağlam, dengeli ve inancından emin bir vakar, sadelik ve tevazu ile hareketini geliştirmek, dini öğrenmeye artan merakları tatmin edeceği gibi, tebliği de müspet kılacaktır.
20.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|