Belâ ve musibetlerin manevî sebeplerine ısrarla dikkatleri çeken Bediüzzaman, yaşanan hadiselerle musibetler arasında mutlaka irtibat bulunduğunu vurguluyordu. Eserlerinde bunun birçok örneği var.
Bunlardan birini, Emirdağ mektupları arasında görüyoruz. “Demokrat dindar milletvekillerine bir hakikatı ihtar” başlıklı mektubuna “Bugünlerde hastalığım itibarıyla kışın pek şiddetli hiddetine tahammül edemedim” diye başlayan Said Nursî şöyle devam ediyor:
“Çok tecrübelerimle, umumî bir hatanın neticesinde hava ile zemin, zelzele ile ve fırtına ile gazab-ı İlâhîyi haber vermek nev’inden hiddet ediyorlar gibi âdete muhalif bir vaziyet gösterdiler. Ben de bundan bir manevî fırtınaya alâmet hissettim. Kalbime geldi ki:
“Acaba yine İslâmiyet ve hakaik-ı imaniye zararına bir hata-yı umumî mi meydana geldi?” (Emirdağ Lâhikası, s. 310)
Daha sonra, âdeti olmadığı ve dünya siyasetini terk ettiği halde talebelerine “Ne var? Gazeteler ne haber veriyorlar?” diye soran Bediüzzaman şu cevabı almış: “Dindarların serbestiyet kanunu geri kalmış, solcular hakkındaki kanunu tâcil ve tasdik etmişler.”
Yarım asır önce, dindarlar üzerindeki baskılar sürerken solcuları cezalandıran kanunun çıkarılmasına öncelik verilmesi karşısında kışın şiddetlenmesi ile kendisini gösteren gazab-ı İlâhî, sekiz sene önce de, 28 Şubat kaynaklı baskıların iyice yoğunlaştığı günlerde merkez üssü Gölcük olan 17 Ağustos depremi ile yeryüzünü sarstı.
Bediüzzaman’ın bir başka ibretli ifadesi de şöyle: “Memur olmayan, veya hususî, şahsı itibarıyla hıyanet eden, hususî tokat yer. Bu nevî vukuat pek çoktur. (...) Eğer memur ise, kanun namına kanunsuz hıyanet eden, ilişen, o memlekete, o biçare ahaliye bir umumî tokada vesile olur. Ya zelzele, ya yağmursuzluk, ya hastalık, ya fırtına gibi umumî belâlara bir vesile olur.” (Emirdağ Lâhikası, s. 67)
Acaba son dönemde bir kâbus gibi üzerimize çöken kuraklık felâketinin, bu ifadelerde dile getirilen hususla nasıl bir irtibatı var?
“Memur” sıfatlı kişilerce, “kanun namına” ne gibi kanunsuzluklar irtikâb ediliyor ki, aylardır yağmursuzluk gibi umumî bir belâ ve musibetle daha imtihana tâbi tutuluyoruz?
Bu sualin cevabını ararken ilk akla gelen örnek, hiç şüphe yok ki, son yıllarda daha da yaygınlaştırılıp şiddetlendirilerek uygulanan başörtüsü yasağı. Ve bu yasağı kaldırmaları ümidiyle oy ve destek verilen kadroların, geride kalan beş yılı çözüm için hiçbir adım atmadan geçirdikleri ve dahası çözüm vaadinden her geçen gün daha da uzaklaşıp bu meseleyi neredeyse tamamen gündemlerinden çıkardıkları halde, ikinci bir dönem için yarı yarıya artan bir destekle tekrar iş başına getirilmeleri.
Bir başka örnek, Irak halkına yıllardır ölüm yağdıran işgalcilere, ihtiyaçları olan lojistik desteğin önemli bir kısmının Türkiye üzerinden sağlanması ve böylece orada işlenen zulümlere dolaylı bir şekilde ortak olunması.
Evet, umumî musibet umumî hatanın neticesi. Kalkması için ön şart ise o hatanın terki.
Bu gerçeği anlama vakti hâlâ gelmedi mi?
19.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|