Türkiye’de ulusalcı İslâmcılar ile liberal İslâmcılar ‘Atatürk dindarlığını’ noktasında ittifak etmiş bulunuyorlar. Onu kendilerine referans alıyorlar, ama yine de aralarında tali hususlarda anlaşamıyorlar ve bir zeminde buluşamıyorlar. Bunun nedeni, birisinin ulusalcı karakterde, öbürünün de küreselci karakterde olmasıdır herhalde. Ama bilmemiz gereken şu: Zıt eğilimler Kemalizmi referans alma noktasında birleşiyorlar. Diğer alanlarda ise ayrılıyorlar. Sözgelimi, Gündüz Aktan ve oğlu Uygar Aktan Kemalizmi yeniden yorumlama, üretme ameliyesinde bir sonuca varmışlar. Mustafa Kemal bütün inkılâplarını ve devrimlerini Maturîdilik ışığında yapmış. Kimi ulusalcı İslâmcılar da ‘mal bulmuş Mağribî gibi’ bu yorumun üzerine atladılar. Böyle bir şey arıyorlarmış sanki de bulunca dört elle sarıldılar. İmdatlarına Aktan’lar yetişti. Demek ki mühendislik ürünü dinî hareketlere dinî mühendislik ilâç gibi geliyor.
Neyse, böyle ulusalcı İslâmcıların mevkutelerinden birisinde H. Ekmekçi adlı bir yazar, bütün bunların üzerine ‘Atatürk, Müslüman laiktir’ deyip kestirip atmış. Maturîdilik nazarında hüsn ve kubh (iyilik ve güzellik) aynen Mutezile de gibi nakliyeyn değil de akliyeyn (aklî) olduğuna göre, bu formülden yola çıkan Mustafa Kemal dinî ritüelleri aklîleştirmiş. Yine Gündüz Aktan ve oğlu Kemalizmin devrimlerini maslahatçılık açısından Necmettin Tufi’nin mutlak maslahatçılığına bağlıyorlar. Aslında, Muhammed Selim Avva gibilerin de ifade ettikleri gibi, mefsedet ve maslahatın sınırları şer’idir. Sözgelimi Kur’ân-ı Kerim bir takım menfaat ve yararları olsa dahi, içkiyi haram kılıyor. Domuz yemek de, kumar oynamak da buna mukayese edilebilir. Kur’ân maslahatı böyle tahdit ettiği halde, Maturidîliğin hüsn ve kubh yaklaşımından yola çıkan aynı zevat, Necmettin Tufi üzerinden bunları tecviz edebilir. Tufi’ye göre de maslahat naklî değil, aklîdir. Ve zamana, zemine göre değişir. Bu durumda da geride sabite kalmayacaktır. Burgiba’nın yaptığı gibi. Bu itibarla, kapalılık, açıklık ve tesettür bu bağlamda ayrıntı olmaktan öteye bir yol bulamayacaktır. Ve bu yaklaşımın sonucu ‘dur haysü dare’l hak’ bağlamının yerini mutlak bir şekilde dehrîlik, yani ‘dur haysü darezzaman’ anlayışı alacaktır. Yani sabitelerin döndüğü yere değil, zamanının döndüğü yere dön. Aslında hakikat olan otontizm ile modernizmi veya sabiteler ile zamanı buluşturabilmektir. Bunların izdivacıdır. Kopukluğu değil. Tek taraflılık tekamül değil, her zaman infisam/ayrılık ve sosyal şizofreni ve kimliksizlik doğuracaktır. Türkiye’nin uzun dönemdir yaşadığı gibi… Halbuki, izdivacından hem dinî, hem de dünyevî müthiş bir dinamizm tevellüt eder. İslâm’ın ilk yüzyılında bilinen yerküreyi zaptetmesi gibi… İslâm asrî değil, a’sarîdir, yani İskilipli Atıf Hoca merhumun deyimiyle asırların hakikatıdır, bir asrın modernizmine hapsedilemlez. Asrî ve modernist olsaydı, Ekber Şah modernizminde donmuş ve bitmiş olması iktiza ederdi. Demek ki İslâm asrî değil, a’sarîdir. Bütün çağların modernizmidir.
***
Ulusalcı İslâmcılar Kemalistleşirken, yine liberal İslâmcılar da Kemalizmi referans göstermektedir. Hatta liberal İslâmcılar, bu hususta ne Ahmet Altan, ne Mehmet Altan, ne Atilla Yayla ve ne de Zafer Üskül gibi rahat değildirler. Komplekslerinden dolayı Kemalizmi aşmakta zorlanmaktadırlar. Bundan dolayı, onu onunla aşmaya çalışmaktadırlar. Bu siyaset yoluyla Kemalizmi alt etme çabasıdır ki, beyhudedir. Çıkmazdır. Onu, ancak halisâne bir meslekle aşmak mümkündür. Bu dolambaçlı ve hileli yöntemleri de Kemalistleri ifrit etmekte ve zıvanadan çıkarmaktadır. Yanlış dahi olsa, bir orijinalin yerine düzeltilmiş kopyasını ikame edemezsiniz. Söz gelimi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ikide bir söylediği gibi, yine başörtüsünün Çankaya serüveninde Mustafa Kemal’e Latife Hanım ve Zübeyde Hanım’a atıfta bulunmuştur. Bu atıf ne mutlak liberalleri, ne de Kemalistleri memnun etmiştir. Bu hususta liberal İslâmcılar yine yalnız kalmışlardır. Emre Aköz, Mustafa Kemal’in yaklaşımlarının model değil, vizyon olduğunu söylemiş ve onun sigara kullandığını ve kalpak giydiğini, o halde kalpağını da takmak mı gerektiğini sormaktadır. Gerçekten de eğer Hayrunnisa Hanım Latife Hanım ise, Abdullah Gül de selefi Birinci Cumhurbaşkanı gibi pekalâ kalpak giyebilir. O zaman Kemalizmin sünnetini tam ihya etmiş olurlar. Latife Hanım’ın yazarı İpek Çalışlar ise, meseleye başka bir bakış açısı getirmiş ve Çankaya yollarında Latife Hanım’ın tesettürü modernize ettiğini ve bu yönüyle tutucu çevrelerin hışmına uğradığını yazmıştır. Bunun sonucu Mustafa Kemal ile kafa kafaya vererek kendine has bir örtünme biçimi geliştirmiş. Buna da o vakitler ‘Rus başı’ diyorlarmış. Saçları arkadan uçuşuyor ve üzerine giydiği ipekli elbiseden de bedeni belli oluyormuş.
***
Latife Hanım’ın baş bağlama stiline, o dönemler, Rus başı veya Rus tarzı bağlama diyorlarmış. Daha sonra bu Rus tarzı Batı’da Grace Kelly tarzı şeklinde yeniden moda oldu. Kuzey Rhine-Westphalia eyaletinde 1980 yılından beri öğretmenlik yapan Meryem Brigitte Weiss Grace Kelly veya Latife Hanım tarzı başörtüsü giyerek görevine devam etmek istemişse de bu bağlama şeklinin dahi başörtüsü yasağı kanunuyla çeliştiği gerekçesiyle kendisine izin vermemişler. Hasıl-ı kelâm, Kemalizme karşı Kemalizmi referans almak çıkmaz bir sokaktır. Bir yere varılmaz. Siyaset yoluyla onu yenmeye çalışmaktır. Bu hususta o ve sistemi şerbetlidir.
19.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|