İnsanın başı, dişi, midesi veya herhangi bir uzvu ağrırsa onu dindirmek için az mı didinir. Hele bir tehlike hissettiğinde doktor doktor, hastane hastane dolaşır. Çünkü her şey sağlığa bağlıdır, o olmadan diğer işlerimizi de doğru dürüst yapamayız. O hastalık anında o organlarımızın ne kadar değerli ve büyük bir nimet olduğunu anlarız. İnsanlar genelde böyledir. Ancak rahatsız olduklarından o nimetin kadrini anlarlar.
Ah bununla kalsa, sahip olunan onca nimetin kadrini bilmeme bir yana bir de bir-iki eksik nimet içinde şikâyete başlayıverirler. Mektubat’ta (24. Mektup) minare başına çıkan, büyük bir makama yükselen ve her basamakta büyük nimetler gören, fakat o nimetlere şükretmeyen, “Niçin bu minareden daha yükseğine çıkamadım” diye şikâyet edip ağlayan bir adam örneği verilir. Böyle bir kimsenin ne kadar haksızlık yaptığına küfran-ı nimete girdiğine, ne kadar divanelik yaptığına dikkat çekilir ve “Bunu divaneler dahi anlar” denilir.
Oysa insana düşen şikâyet değil şükürdür; hırs değil kanaattir; israf değil iktisattır.
Kâinatın Efendisi (a.s.m.) her güneşin doğduğu günde insanın her mafsalı için bir sadaka borcu olduğunu bildirir.
Bu sadaka ise bir şükranın ifadesidir. İki kişi arasında adaletle davranması; bir hayvana binerken yardım etmek, yükünü hayvanına yükleyivermek; birisine güzel söz söylemek, namaz için yolu adımlamak, gelip geçilen yoldan insanlara zarar veren şeyleri kaldırmak bir sadakadır. (Riyasü’s-Salihin, Terc, 1.289 Buhari ve Müslim’den.)
Şu satırlar da güzel: “Ey insan-ı müştekî! (Ey şikâyetçi insan) Sen madum kalmadın (yoklukta kalmadın) vücut nimetini giydin, hayatı tattın, camit kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalalette kalmadın, sihhat ve selâmet nimetini gördün ve hakezâ (bunun gibi) (Mektubat, s. 276.)
Demek insana düşen şikâyet değil şükürdür. Hem de o nimetler elindenken, kaybetmeden, rahatsız olmadan.
22.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|