12 Nisan 2007 tarihinde Genelkurmay Başkanı Büyükanıt kendileri açısından yeni cumhurbaşkanının profilini veya tarifini vermişti: “Hem özde, hem de sözde laik cumhuriyete bağlı olmak.”
Gül’ün bu tanıma uygun olup olmadığı hâlâ tartışılıyor. Askerî çevrelere yakın olan Metehan Demir kendisiyle yapılmış olan bir mülâkatta hükümet içinde genelkurmay ile en çok anlaşan ismin Abdullah Gül olduğunu; askerî çevrelerin Gül’le bir alıp veremedikleri olmadığını, sadece hanımı Hayrunnisa Hanım’ın başörtüsüyle ilgili bir çekinceleri olduğunu beyan etmişti. Demir’in şu ifadeleri dikkat çekici: “Askerin AKP’de en iyi ilişkisi Gül’leydi. Gül, bir ay içinde defalarca Genelkurmay’a uğrardı. Bir konuyu özel konuşmak için giderdi oraya...”
Acaba Tamer Korkmaz bundan dolayı mı nedir bilinmez Gül’ün devletin adayı olduğunda ısrar ediyor. Gül’ün askerle ilişkisi gibi Amerikalılarla ilişkisi de muamma. Byrza gibi Gül’ün adaylığına fren koyan Amerikalıları dikkate alanlar, ‘ABD 1 Mart’ın intikamını ve rövanşını alıyor’ yorumunu yaparken; Yasemin Çongar gibiler ise ABD’de uçlarda yer almayan Amerikan “establishment”inin Gül’e mesafeli olmakla birlikte, karşı çıkmadığını yazmıştı. Metehan Demir’in Gül ile Genelkurmay’ın ilişkilerini anlatan cümlelerine benzer eski Adalet Bakanı Şevket Kazan da birlikte oldukları dönemlerde Abdullah Gül’ün Amerikan elçiliğinden hiç çıkmadığını söylemişti (28.04.2007 tarihli gazeteler).
Bunlar rivayet mi, gerçek mi elbetteki bilecek durumda değiliz, bizim için karanlık. Genelkurmay hemen bir açıklama ile Demir’in değerlendirmeleri tekzip etmiş oldu. Anlaşılan içine tam olarak sinmese de Genelkurmay, Gül’ün cumhurbaşkanlığı meselesinde bekle gör politikası izleyecek. 22 Temmuz seçimleriyle ilgili bir rolleri oldukları tezini reddeden askerî çevreler seçim sonuçlarıyla birlikte taktik olarak yenilgi aldıklarını ise kabul ediyorlarmış. Daha doğrusu seçim kaybının stratejik değil de taktik düzeyde olduğuna dair mütalaa yürütüyorlarmış.
Neşe Düzel ile konuşan Metehan Demir’in en ilginç değerlendirmelerinden birisi de askerlerin, sistemi büyük ölçüde içselleştiren AKP’yi sistem içi bir parti olarak görmeleri. Dr. Ömer Taşpınar’ın Radikal’de yaptığı analiz de bu açıdan dört dörtlük (20.8.2007). Bu analizinde AKP ve kurmaylarının tam da askerin istediği gibi hem özde hem de sözde değiştiklerini ortaya koyuyor. Yani ne gizli, ne de açıktan bir İslâmlaştırma projeleri var. Özde ve sözde olarak değişmelerinin sonucu Taşpınar’a göre, AKP kurmayları kesinlikle takiyye yapmıyorlar. Tarihte en ciddi ve küllî ve kapsamlı evrimi geçirmişler. Taşpınar bir bakıma AKP’nin Kemalizmin kırmızı çizgilerinin bir ürünü olduğu görüşünde. Bu aslında, Avni Özgürel’in daha önce yapmış olduğu tespite de uygun: AKP 28 Şubat sürecinin dolaylı türevlerinden birisidir.
Hindistan’da Müslümanların 1857’deki hezimetlerinden sonra Seyyid Ahmet Han ve Aligarh ekolünün dönüşümüne benziyorlar. Bu geçirdiği istihale ve evrim sonrası AKP şu formüle benzemiş:
Kemalizm + Kapitalizm + Demokrasi = AKP.
***
‘Modernleşen Müslümanlar’ başlıklı yazısında en uçta duranlardan birisi olsa da Özdemir İnce de liberal çizgideki Ömer Taşpınar’ın tespitlerine aynen katılıyor. Şunu yazıyor: “Hakan Yavuz’a bir soru: ‘Kemalizm’ olarak tanımladığı Cumhuriyet’in kurucu felsefesi olmasaydı, laiklik başta olmak üzere Cumhuriyet devrimleri yapılmamış olsaydı ve Cumhuriyet TSK tarafından korunmamış olsaydı, kitabın alt başlığında yer alan ‘Nurcular, Nakşiler, Milli Görüş ve AK Parti’ modernleşebilir miydi?” Yerinde bir soru. Bakın tam da bu noktada liberal kanattan Mehmet Barlas ne yazmış: “AK Partili kadrolar da modernleşmenin ürünleridir?”
Öyleyse Necdet Sezer gibi diğer modernlerle neyin kavgasını veriyorlar? Paylaşım veya statü kavgası olmalı? Bu da Kemalizm üzerinden klanizme çıkar! Peki The Guardian gazetesinin (20 Ağustos 2007) AKP çevrelerini “neoislâmcı” olarak tarif etmesine ne demeliyiz? Evet The Guardian gazetesi AKP için ‘neoislâmcı’ demiş. Eksik tarif. Doğrusu, ‘yenilikçi kokteyl’dir. Çünkü bütün yenilikçileri böğründe toplamış. Radikal İslâmcısından, radikal liberaline kadar. İslâmî kesimin bütün yenilikçileri ve tayfları ve tonları orada bir araya gelmiş durumda. İslâmî cemaatların bütün yenilikçileri orada. İlaveten solun ve liberal kesimlerin yenilikçileri de orada. Adeta dönmelerin çark-ı feleği gibi. Hakan Yavuz’un tanımıyla AKP, modernleşen Müslümanların buluşma noktasından maada erime potası. Sözde değil özde de değiştiklerinin bir diğer ispatı da Abdullah Gül’e en yakın isimlerden İbrahim Kalın’ın şu ifadeleridir:
“If you look at the political program of the AKP, there is no hidden or (even) open agenda of Islamism. The AKP has been very liberal so far...” Yani mealini şöyle ifade edebiliriz: “AKP’nin siyasi programlarına baktığınız vakit onda ne gizli ne de açıktan İslâmcılık yapıldığını göreceksiniz. AKP, oldukça ve büyük çapta liberalleşti (Turkey: Transformation in Progress, Islamonline.net, 19 Ağustos 2007)...”
Buna dair onlarca şahit ve müşahit getirebiliriz. Bunlardan birisi, Newsweek editörü Ferid Zekeriyya, Newsweek’te yazmış olduğu bir makalesinde AKP’yi ‘Türkiye’nin en liberal politik hareketi’ olarak selamlıyor. Hızını alamayan Saad Muhyu Arapların kurtuluşunun da AKP tarzı liberal İslâm’dan geçtiğini yazıyor. Bu, ‘liberal İslâm’ tabiri de ‘neoislâm’ tabiri gibi iğreti ve zaid bir şey. Egemen Bağış, bir Kanada gazetesine yazmış olduğu mektupta muhafazakârlık referansına hiç atıfta bulunmamıştı ve İslâmcılığı da reddetmişti. Geride sadece liberalizm kalmıştı. Dolayısıyla neoislâmcılık veya liberal İslâmcılık ifadelerinden süreç içinde İslâm düşecek geride sadece neoliberalizm kalacaktır ki, gelinen nokta bunu göstermektedir. Gerisi haşeviyat veya lafu güzaf... Konumuzu Ömer Taşpınar’ın ifadesiyle bitirelim: Bir bakıma Kemalizm aslında kendi başarısının kurbanı oluyor. Başkalarının dönüşümünü görebilmek de bir hazım meselesidir.
22.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|