Başörtüsünün modernize edilmesi tartışılıyor. Kimileri başörtüsünün tamamen modernize edilebileceği, kimileri ise katiyetle modernize edilemeyeceği görüşünü taşıyorlar. Bu tartışmalarda zaman zaman işin muhtevası atlanıyor. Gerçekten de modern başörtüsü veya hicap bir mühendislik ürünü müdür? Öncelikli olarak başörtüsünün mücerret bir bezden ibaret olmadığını bir hayat tarzı olduğunu hatırlatalım. Başörtüsü hicabın yani örtünmenin sadece bir cüzü ve parçasıdır. Tamamı değildir. Örtünmek, Garaudy’nin deyimiyle entegrist yani entegre bir durumdur.
Kısaca hayat tarzıdır. Müslüman kadın başörtüsünü örtmekle birlikte, asıl olarak ‘mefatin ve mehasin’ denilen ve tabir edilen cazibedar yerlerini kapatmak zorundadır. Örtünün formu başörtüsü muhtevası ise cazibedar yerleri örtmektir. Aksi takdirde, bunlar olmadan giyilen başörtüsü dürbüne tersinden bakmak gibi olacak ve indirgemeci bir yaklaşımı hatıra getirecektir. Örtünmeye bütüncül olarak bakmadan giyilen başörtüsü onu karikatürize etmekten farksız olacaktır. Elbette iğreti gelin tarzı iğreti başörtüsü giyenlerin hepsinin kastı veya maksadının dejenerasyon veya yoldan çıkarma olduğu söylenemez. Bu, bühtan olur. Ama son sıralarda Hayrunnisa Gül’ün başörtüsü tartışması çerçevesinde gördüğümüz başörtüsü mühendislerinin kastı katiyetle budur. Bu bağlamda, The Guardian gazetesi de Hayrunnisa Gül çevresinde gelişen tartışmalarını sütunlarına aksettirmiş. Guardian, Hayrünnisa Gül’ün, tartışmalı türbanını ‘modernleştirmesi’ için Viyana’da yaşayan Türk modacı Atıl Kutoğlu’nu görevlendirdiğini hatırlatıyor. Gazete, Kutoğlu’nun, Sophia Loren tarzı bir stile yönelebileceği yönünde yaygın söylenti olduğunu da belirtiyor. “Bununla birlikte” diyor ve ekliyor “Türkiye’nin gelecekteki dindar cumhurbaşkanı eşinin, saçının ne kadarının görünmesine izin vereceği belirsiz.”
***
Bizdeki gibi İslâm dünyasında da başörtüsünün modernize edilmesi meselesi hummalı ve hararetli bir şekilde tartışılıyor. Sözgelimi, Islamonline. net bu konu etrafında ‘yoldan ve baştan çıkaran kapalılar/başörtülüler’ diye bir dosya hazırlamış. Çok da ses getirmiş. Zira mesele, İslâm dünyasının yumuşak karınlarından birisini teşkil ediyor. Bu dosyadan sonra Almanya’da ikamet eden yazar Nebil Şebib de ‘baştan çıkaran başörtülülere’ yönelik binr çağrı kalame almış. Kırıp dökmeden onları cadde-i sevaba yani doğru yola çağırıyor. Yine Islamonline.net’te Hüsam Tammam da aynı doğrultuda bir makale kaleme almış ve başlık olarak da: “Haşmet daima hicaptan önce gelir’ ifadesini seçmiş.
Burada kullanılan “haşmet” kelimesi ihtişamdan geliyor. Yani başörtüsü giyen kadınlar hafifmeşrep görüntülerden azade olacaklar ve cemiyetin içinde vakarlarıyla yerlerini alacaklar. Halbuki, İslam “light”laştıkça, başörtüsünü de hafifleştiriyor. Bundan dolayı, kadını hafiflettiği için halhal nevinden takılara izin verilmemiştir. Kadın elbette ki süslenecek ve bu fıtratında var. Ama bu süslenme hiçbir zaman başkalarını ayartma ve iğva ve baştan çıkarma aşamasına varmayacak. İşin püf noktası ve kırmızı çizgisi orasıdır. Dolayısıyla hâyâ başürtüsünden önce gelir. Hâyâ başörtüsünü kuşanır. İslâm’da hidakt yani yas durumunda olan kadının süslenmesi de bu nedenden dolayı yasaklanmıştır. Ancak evlenmeye aday kadın süslenerek evlenme rağbetini meşru dairede ortaya koyabilir. Bu itibarla, hicap kıyafetini tanımlayan ulema şu kaide-i şeriyyeyi vazetmişlerdir: “La yeşiffu veya yasifi’ yani tanınmasına imkân vermeyecek ve saydam ve transparan olmayacak. Daha açıkçası, hatları belli etmeyecek, ortaya sermeyecek. Dolayısıyla hicap sözde değil özde olacak. İsmi müsemmasını kuşanacak ve niteliğiyle birlikte olacaktır. Öyleyse, yoldan çıkaran başörtüsü, başörtüsü olmaktan çıkar.
***
Başörtüsü hayatınızı karartır mı? Dünyevî lezzetlerle aranıza girer mi? Sonuçta bu büyük bir kayıp mıdır? Zarar kâr dengesini ahirete göre ayarlayanlar için zarar elbetteki sözkonusu olmaz. Ama hayatı dünyadan ibaret görenler için durum değişir. Hürriyet gazetesi yazar Nihal Bengisu Karaca ile bir röportaj yapmış. Nedense başörtüsü mühendisleri Hayrunnisa Hanım’ın başına üşüştükleri gibi Hürriyet de kapalı yazarların peşini bırakmıyor ve onları kabından çıkarmaya veya ayartmaya çalışıyor. Veya en azından açık kapalılığa doğru özendiriyor. Röportajdan sonra Ahmet Hakan da Mevlânâ’nın Süleyman Pervane’ye tarizi gibi Nihal Bengisu’ya ‘ben sana demedim mi, kapalılıkla birlikte hayatın lezzetleri anlaşılmaz, onlara ulaşılmaz? Vazgeç bu yoldan’ der gibi döşenmiş. Nebil Şebib ile Ahmet Hakan’ın çağrıları tam birbirine zıt. Ahmet Hakan bu çağrısını gayet rahat da yapıyor. Artık gemilerini yakmış ve İberya Yarımadasını zahtetmiş! Tercihini yaparak rahatlamış. ‘Oh be!’ çekmiş. Gri alanlarda, berzah ve arafta dolaşmıyor; dolayısıyla ikircikli pozisyonu üzerinden atmış. Artık tercihli olmanın avantajı ve cesurluğu var. Yüreği serçe gibi değil, atmaca gibi atıyor. Cephesine yeni devşirme isimler kazanmakla meşgul. Yandaşları arttıkça vicdanını da rahatlatıyor olmalı. Bu ona göre, haklılığın da tezahürü sayılmalı. Ama Ahmet Hakan veya Hürriyet hepten de haksız değil. Zira a’raftakiler veya berzahtakiler ikircikli tavırlarla o tarafa doğru pas atıyorlar. Onların bigane kalması düşünülebilir mi? Ahmet Hakan bu pasları gole çevirmekte ustalaşmış durumda. Artık sahasının avcısı olmuş durumda. Hürriyet’in alt başlıklarından birisine bakar mısınız: “Kimse yok diye girdim dipten erkek çıktı...”
Bu durumda helâl dairesi kapanmış ve haram dairesinden başka çare kalmamış oluyor. Bu durumda kendisini rahatlıkla sosyal küflenmenin ve taaffünün içine bırakabilirsiniz. Ve hedonizm çadırında köşe kapmaca oynayabilirsiniz. Hepsi mümkün. Ama geriye baktığınızda, paslaştığınızda ayaklarınız sizi onların işaret ettiği noktaya çekecek. Şüpheniz olmasın, Ahmet Hakan gibiler hep sizi oraya bekleyecekler ve sizleri kendilerine çağırmaya devam edecekler. O halde tercihinizi yapın ve rahatlayın. Son söz: Helâl dairesi keyfe kâfidir. Onun ötesinde arayış içinde olanlar yasaklara ve hudutlara tecavüz edenlerdir.
21.08.2007
E-Posta:
[email protected]
|